Geçtiğimiz sezonun acısını, ‘Kurtlar Vadisi Pusu’yu transfer ederek çıkartmak isteyen ve büyük oynayacağının sinyalini yazdan veren Kanal D’nin yeni dizisi ‘Ulan İstanbul’, daha ilk bölümden dillere düşen bir yapım oldu. Hem A/B SES’te yüzde 4.95 reyting ve yüzde 20.41 izlenme payı ile günün en çok izlenen dizisi olmayı başararak… Hem de, sosyal medyada gündem yaratmasının yanı sıra hakkında açılan dava ile ses getirerek. Bu kesatta kolay değil ikisini bir arada yaşatan dizi olmak. Dolayısıyla dizinin hal ve gidişatına geçmeden önce ayağının tozuyla maruz kaldığı suçlamanın mantığını irdelemek yerinde olur.
İstanbul bilincini Çanakkale’den hisseden bir vatandaş, kimsenin İstanbul’u öfke ve nefretle anamayacağı yönünde tepki göstererek, dizinin ismindeki ‘Ulan’ kelimesine takılıp bunun sözlük anlamının kabalığı ve nefreti vurguladığını belirtmiş ve dizide İstanbul’a hakaret edildiğini ileri sürmüş. Şehir korumacılığı adına, saygı ve takdirle karşılanacak bir davranış. Öte yandan bu tepki, önümüzdeki İstanbul tablosuyla hayli çelişen bir niteliğe de sahip.
Her şeyden önce ‘Hiç kimse İstanbul'u küçük düşüremez. İstanbul'a karşı yapılan bu hakarete sessiz kalmak ve tepki göstermemek insanlık suçudur’ diyen vatandaşın dava açmakta alabildiğine özgür olduğunu vurgulayalım. Nasıl ki, bir ara ‘Muhteşem Yüzyıl’ için sürüsüne bereket dava açılıyorduysa, İmparatorluk başkentini korumak için de dava açılabilir elbette.
Ayrıca demokrasinin sözde değil özde olduğu yerlerde, fikirleri hariç her konuda yargılanan, dokunulmazlık zırhıyla korunmayan devlet başkanlarına, başbakanlara ve milletvekillerine dahi dava açılabiliyorken, bizde bir vatandaş çıkıp İstanbul’u korumak istemiş çok mu?
Elbette çok değil. Ama tarihi ve kültürel mirası acımasızca yok edilen, eski insanları kaçırılan… ‘Bu değil, bu hiç değil’ iş bitiriciliğinde ormanları kesilerek mantar gibi dip dibe sıralanan gökdelenlerle, silueti ve hava koridorları bozulan… Deprem korkusu salınıp dönüşüme açılarak rant kapısına, oy uğruna talan edilen arsalarıyla da ucubeye çevrilen… Işıl ışıl sularıyla medeni halkı serinleten denizinin don paça yüzülen pislik deryasına dönüştürülüp özgün balıklarının nesli kurutulan… Ataköy, Florya, Zeytinburnu, Kadıköy gibi sahil şeritleri gökdelen ve otellere peşkeş çekilerek görünmez kılınan… TIR’ların ve kamyonların günün her saati cirit attığı trafiğiyle insanı canından bezdiren… Trafik ışıklarında ‘kornaya basmayınız’ uyarısı olduğu halde daha sarı ışıkta korna çalmaya başlayıp traktör kullanıyormuşçasına direksiyon sallayan özrü kabahatinden büyük magandaların hunharca işgaline uğrayan…
Velhasıl insanından yapılaşmasına, her türden kuralsızlığın hüküm sürdüğü kocaman bir köye çevrilen İstanbul’un yozlaşma gerçekleri ortada dururken, bir diziye ismindeki ‘Ulan’dan dolayı İstanbul’a karşı insanlık suçu işliyor ithamını yöneltmek fazlaca komik kaçıyor.
Bu hakikati göz önüne aldığımızda ‘Ulan İstanbul’a değil de, ‘‘Ulan İstanbul’u bu hale getirenlere’’ diyerek tepki göstermek daha doğru olacak… Ki, bedenden ruhu çalan İstanbul’un nasıl ruhsuzlaştırıldığı, ‘Ulan İstanbul’un başlangıcında pek güzel resmedilmiş! Dahası defalarca vurguladığım üzere ‘Arkadaşım Hoş Geldin’ ve pek çok yapımda bolca kullanılan, büyüklerimizin de çekinmeden sarf ettiği ‘Ulan’ sözcüğünün toplumda gayet doğal karşılanır hale getirildiği de bir gerçek. Yani İstanbul gibi, değer algısı da sizlere ömür.
Şimdi yaşanan tepki tezatlığını böylece saptayıp diziye açılan dava mantığını gerçeklerle karşılaştırarak yorumladıktan sonra gelelim ‘Ulan İstanbul’ gerçeğine…
‘ULAN İSTANBUL’ MANTIĞINI KİM ÇALDI?
İstanbul’da sayılı kalan Rumların dilinden konuşup ‘Bir zamanlar maziye bak’ dercesine selfi pozuyla dostane bir anı yaratan Kandemir’in, İstanbul’a gününü göstermeye gelişiyle başlangıcını yapan ‘Ulan İstanbul’un ilerleyen sahnelerine baktığımızda, mantık bakımından elle tutulur tek yönün sadece bu başlangıçtaki felsefi yaklaşım olduğunu görüyoruz.
Doğruyu söylemek gerekirse ‘Ulan İstanbul’un tanıtımlarından meraklanmış, bu güzel başlangıçtan da hayli umutlanmıştım. Ancak dizi kendini açıp, karakterlerini bir bir karşımıza çıkartarak eteğindeki taşları dökmeye başladıkça, komedi niyetine yeni bir mantıksızlığın ve replik kısırlığının daha önümüze sürüldüğünü düşünmeden edemedim.
Tamam, tarihinde bu kadar çok İstanbulluyu bir arada görmeyen İstanbul’a gününü göstermek üzere ekranlarımıza gelen ‘Ulan İstanbul’ günün en çok izleneni olabilir. Uğur Polat, Şebnem Bozoklu, Salih Bademci, Sevtap Özaltun gibi isimleriyle de göz doldurabilir. Ama bunlar onun eksiğini, abartısını görmemizi engelleyemez ki…
Eski dostunu hapisten kurtarmak için İstanbul’a dönüp ‘Adaletli çalmak’ ilkesiyle yerli malı Robin Hood’culuğa soyunan dolandırıcı Kandemir ve onun garip tiplerden oluşan çetesinin maceralarını anlatma hevesindeki ‘Ulan İstanbul’da, tek natürel karakter olarak Uğur Polat’ın canlandırdığı Kandemir’in dışındakilerin sergilediği mizansen, mantıktan muaf ‘zorlama komedi’ havasında. ‘Şart mıdır bu kısırdöngüye yaşatmak’ diye isyan etmemek ne mümkün?
Parayı zarfa koyarak veren banka örneğiyle İstanbul dışı bir durum yansıtan ve böylece garip hırsızlık hallerine zemin yaratan dizide‘Karıları karıştırdık’ diyerek soydukları Derya’ya babalanıp hem suçlu hem güçlü olma triplerine giren Ferdi ile Karlos’un tavırları, replikleri mantıksızlıkta had aşımında. Anladık… İstanbul’u işgal eden magandalar yüzsüzlükte sınır tanımıyor da, parasını çaldıkları kadına da ağzının payını vermeye veya ‘Milletin içinde ne bizi çekiştiriyor’ diyerek efelenmeye kalkmıyor. En kestirmesinden oracıkta bıçaklayıveriyor.
Karlos ve Ferdi ile sahtelikte yarışan kahküllü Derya’nın soyulma anından itibaren karşımıza getirdiği sahneler de fazlasıyla yapmacık. Hapishane yemeklerinin babasına göre olmadığını söyleyen Derya, öyle bir havaya sokulmuştu ki Allah’tan tutukluya özel servis istemedi.
‘Sabah ezanının kaçta olduğunu en iyi müminler, bir de hırsızlar bilir’ diyerek mesajını postalayan dizide, pop starlardan şuttingen edilip pavyona düşen ve tam da o…pu olacakken Kando tarafından dolandırıcı yapılarak kurtulan Yaren ise abartının, maço kadın kanadı!
Komşuluk olayının gereksiz şamatalarla suyunun çıkartıldığı ‘Ulan İstanbul’da Beyoğlu’ndaki sokağı anımsatan Nevizade Ailesi’ni karşılamak için düzenlenen tören saçmalığına ne demeli? Bırakın dibe vurmuş İstanbul’u, Yeşilçam filmlerinde bile böylesi görülmemiştir. Hadi hayırlısı.
Artık ilk bölümün acemiliğinden, kaygısından mıdır yoksa devamlarında da mı aynıları sergilenecek bilemeyiz ama bu zorlamalıkta mantığın yine sırra kadem bastığı da bir gerçek.
HER DİZİDEN KOP DA GEL ‘ULAN İSTANBUL’…
Beterin beteri var haline şükret dostum nağmelerinin canhıraşlığında ‘Daha beter ne olabilir ki’ diye düşündüren dizideki ayrıntıların farklı yapımların havasını solutur nitelikte oluşu da ‘Ulan İstanbul’un göze batanlarından. Sanki dizinin tabanını oluşturmak için özellikler alınıp altıncı hissin çalışmadığı, herkesin kaderiyle yarıştığı, ne şehir ne ülke olan İstanbul odaklı bu öyküye adapte edilerek kotarılmış bir iş gibi durmakta!
Tuvalete girme kavgasının yapıldığı tahta binadaki düzmece aile yaşantısıyla ‘Bizim Yenge’nin şamatalı ev düzenini hatırlatan ‘Ulan İstanbul’, Ceyhun polis ve meraklı annesinin varlığıyla da ‘Sana Bir Sır Vereceğim’ dizisindeki komşuluk atmosferini yaratmakta.
Bu karışımda ‘Aramızda Kalsın’ dizisinden de bir esinti yakalamak mümkün… Yaren, erkek Fatma tavırlarıyla ‘Aramızda Kalsın’daki Arife’yi hatırlatıyor. Ayrıca Kandemir’in hakkaniyetçi dolandırıcılığı da, bir zamanların ‘Adanalı’sındaki Maraz Ali ve çetesiyle benzeşmekte.
Kısacası; biraz oradan biraz buradan esinlenilmiş hissi veren ‘Ulan İstanbul’, araya sıkıştırdığı ‘Futbolcuların kendileri zengin, fakirleri eğlendiriyor’ cümlesiyle ve kredi kartlarından doğalgaza, yaşam zorluklarından 34 yaşındaki sporcuların âleme geldiği taşlamalarına… Dikkate değer özellikleriyle hoşa gitse bile, çoğu komedinin düştüğü başlangıç hatasına düşüp sunumda ipin ucunu kaçırmış olması nahoşluk hanesini kabartmakta.
Olayların, yabancı futbolcu ve spor kulübü başkanıyla yaşananlar gibi değil de, daha eli yüzü düzgün biçimde geliştirilmesi, oluşum itibariyle güzel olan karakterlerin(komşular da dâhil olmak üzere) repliklerinin ve hareketlerinin daha ölçülü bir mantığa çekilmesi durumunda ‘Ulan İstanbul’, rahatsızlık vermeden uzun süre kendini izlettirecek bir yapım olacaktır.
‘‘Ulan İstanbul’u bu hale getirenlere’’ demekten, ‘Ulan İstanbul komedinde ölçüyü kaçırma’ noktasına… ‘Ulan’dan bigâne İstanbul’un hal ve gidişatı böyle. Takdir, İstanbulluyum demekle kalmayıp İstanbulluluğun hakkını vermeyi becerenlerin!
Anibal GÜLEROĞLU
www.twitter.com/guleranibal