Önceki yazımızda tarihten ders almayı bilmeyen yöneticilere karşı, tarihi kendine uygun biçimde kullanan kurgu dünyasından ‘Dracula’ örneğini ele alarak ‘kan emicilik’ten bahsetmiştik. Fatih Sultan Mehmet’i vampirliğin yayılmasında etken olarak gösteren bu film henüz gösterimdeyken gerçek yaşamın kan emicileri de tarih boyu defalarca vizyona çıkarttıkları savaş kurgularıyla yeniden büyük hâsılat yapmaya soyunmuş durumda.
Hal böyleyken biz de Urfalı Küçük Ağa’nın ‘büyük’ sorununa değinmeden önce, senaryosu fazlaca bildik olmasına rağmen gişesi her daim şişik olan dış-iç ortak yapımı yaşamsal kurguya kıyısından köşesinden değinelim dedik. Zira kahvaltı haberlerinden itibaren sürekli gündemde olan bu ölümcül senaryoyu görmezden gelmemiz imkânsızdı.
İstanbul’dan Van’a, Samsun’dan Antalya’ya… Aynı dünyaya farklı pencerelerden bakan vatandaşları bir kez daha karşı karşıya getirip 12 Eylül öncesi ortamı yaratmak için ellerini ovuşturanların körüklediği çatışmacılık kimi medya tarafından gazetelerin eteğinden görülse de, haber sorumluluğu taşıyan kanalların yansıttığı manzara insan kanıyla beslenenlerin hiç eskimeyen kurgularındaki büyük sorunu gözlemlemek için yeterli.
Yıllar sonra sil baştan yapılanlar sayesinde köşelerinde bekleyen provokatörleri sokağa dökenler, Atatürk heykelini yaktırmakla veya polisin belinden silahı kaptırmakla, bölge petrolünü sahiplenmeye ve iç kargaşanın zayıf düşüreceği bir Türkiye yaratmaya odaklı dış güçlere yeniden maşa olurken haberlerden izlenilen görüntüler, pek çok cana mal olabilecek bir korku filminin fragmanı gibi. Pompalılar, tabancalar, Molotoflar, ölümler, yağmalar ve sokağa inen askerler. Uykudaki canavar uyandırılmış, kanla beslenmek için dört dönüyor.
Bir yanda Kobani için destek gösterileri yaparken ortalığı yangın alanına çevirenlerle onlara karşı Tekbir getirip linçe kalkışanlar, 12 Eylül öncesindeki sol-sağ çatışmalarını ve darbeye giden süreci yaratma havasını solutmakta. Diğer yandan nasıl temin ettiği meçhul olan tankıyla-ağır silahlarıyla terör örgütü sıfatını çoktan aşmış bir grup eli kanlının sözde din adına yaktığı savaş ateşi kapımıza dayanmışken, bir konup üç alma vaatlerinin havada uçuştuğu bir sürü insanın sınırdan doluşturulduğu Irak savaşının tonton anıları canlanmakta.
Bunların sentezinden çıkacak sonucu tahmin etmek hiç de güç değil… Hele ki geçmişte benzerlerini yaşayanlar için. Yaşamayanlara veya unutanlara da hatırlatacak olursak…
Silah kartellerinin stoklarını eritip ceplerini şişirmesini sağlarken Ortadoğu petrolünün gücüyle de ülkelerindeki ekonominin belini doğrultmayı amaçlayan ‘kurtarıcı’ büyüklerin yazıp yönettiği senaryoda rol alanlar ve buna vizyon şansı yaratanlar için sonuç ‘büyük hüsran’! Kısacası, 22 yıl sonra gelen sokağa çıkma yasağıyla karanlığa bürünen Güneydoğu’da ön gösterimi yapılarak pek çok kopyayla sahneye çıkartılmak istenen filmin senaryosu ana-babaları gözyaşına boğacak türden.
Şimdi insanca düşünen herkesin dillendirmesi gereken bu gerçeği vurgulamanın ardından, senaryoyu yazanların takdiriyle gelişen büyük hüsran filmini izleyip izlememe takdirini millete bırakıp dizilerin küçük dünyasındaki büyük sorunlara geçelim.
‘KÖTÜ ÖRNEK’ TEPKİSİNİN ‘BÜYÜK’ YÜZÜ
Çocuk karakterlerin afacanlıklarına odaklanılarak yapılan filmlerin başarı şansının yüksekliğini Yeşilçam döneminden bilen Erler Film’in, ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’ dizisinin ilgi çekmesinde büyük payı bulunan küçük oyuncuyu boyunu aşan bir bilmişlik ve haşaratlıkla donatıp, yarattığı ‘Küçük Ağa’nın gördüğü ilgi geçtiğimiz sezondan sabit. Karşısına kim gelirse gelsin, içeriği ne kadar boş olarak algılanırsa algılansın ‘Küçük Ağa’ cazibesini sürdürüyor… Tabii tepkilerle birlikte.
Bayramın son günündeki Kobani gösterileriyle 14 vatandaşımızın canına mal olanların ve dahi sokağa çıkma yasaklarının yaşandığı günlerin önünü açma senaryosunun fragmanı ekranlarda dönerken ekranların küçük afacanı da yine kendince ortalığı karıştırma peşindeydi…
Büyük ağaların ve de Urfa-Mardin hattının ekranda hayli revaçta olduğu devirde ‘Bir de Küçük Ağa yaratalım’ mantığıyla paralel yol alan Urfalı Küçük Ağa, her ne kadar yaptıklarıyla eleştirilere maruz kalıp kötü örneklikle itham edilse dahi yaramazlıktan geri durmadı. Ancak bu kez yaptıkları eskisi kadar abartılı değildi.
Yeni sezonla birlikte tekne çalıp Yunan adalarına kaçarak sınır ötesi sorun yaratan, paparazziliğe soyunup çocuklara iş öğreterek haddini aşan, bilgi yarışmasında başarılı olabilmek için Hababamvari bir düzenek kurmayı akıl ederek kopyacılığı, kemoterapi duygusallığıyla gelen galibiyete bağlayan Mehmet Can helyum gazıyla ses inceltme, ödev bahanesiyle anne-babasını yakınlaştırma gibisinden pek de dişe dokunmayan işlerle uğraştı.
Gerçi bunlar, başlangıçtan bugüne sürdürdüğü şanına yakışmadı ama ne yapacaksınız, el mahkûm işte. ‘Küçük Ağa’ mimlenmiş bir kere. Kötü örnekliğini dizginlemek, karakterin özenilirliğini kısıtlamak lazım… Gerçek hayatta uluorta bırakılan tüfeklerle oynayan çocuklar arkadaşlarını öldürür, hatta öldürmekle yetinmeyip balkondan atarmış ne gam. Önemli olan dizilerdekilerin kötü örnekliği! Aslında ‘Küçük Ağa’nın yaptıklarının misli ‘Evde Tek Başına’ türü filmlerde sergilendiği halde bunlar kimseden eleştiri almamıştır ya olsun. Bizde adettir.
Eh hal böyle olunca, büyümüş de küçülmüşlüğü şımarıklık edasıyla karıştırıp kötü örneklikten ziyade itici hale gelen ‘Küçük Ağa’ da durgunlaştı. Ama bu kez de başka bir sorun çıktı ortaya.
Defalarca vurguladığımız gibi, ellerinden silah düşmeyen adamların ‘kahraman’ edasıyla ekranı doldurmasındaki sakıncalardan veya kuması bol doğu yapımlarındaki kadınların aşağılanma-dayak olaylarının gırla gittiği dizilerin kötü örnekliğinden bahsetmezken okul dizilerine veya içerikteki kadehlere kafayı takanlar sayesinde hedef haline gelen ‘Küçük Ağa’ hizaya çekildi çekilmesine… Lakin onun haşarılıklarından boşalan yeri doldurma gayretine düşen büyükler cephesinde yaşanan tekrarlı abartılar iyice sırıtmaya başladı.
‘Ah be Şirin, o senin şanssızlığın gülüm’ türü ağzına yakışmayan büyük laflar eden Küçük Ağa’nın sakıncalarını uyarılarıyla bertaraf etmeye çalışan, misal helyum gazı solumanın zararları üstüne söylev çeken, Şirin’le örnekliği iyice dengelenen çocuk cephesine karşın Sinem’le çekişmesini tüm hızıyla sürdüren Ali’nin tavırları ve konuşmaları ‘kötü örnek’ meraklıları için birebir! Serdeki ağalıktan mıdır, yoksa klasik reklamcı pozlarını gerçekçi kılma çabasından mıdır, bilinmez. Ukalalık ve kadın eziciliği Ali’de tavan yapmış durumda.
Ali’ye basket maçında kızının bezini değiştirterek Amerikan filmlerine özenen içerik, bu noktada onun maço karizmasını biraz çiziyor ama yaşını başını almış baba statüsünü kendisine yediremeyen ve ‘zamansız erkek’ övgüsünü dillerine dolayan iş dünyasındaki yapışkan kadınları kendine musallat eden ‘zamansız Ali’ yine de her haliyle eleştiriye müsait, müthiş bir falso olarak ortalıkta dolaşmakta. Öyle ki, afacanlığı, sevimliliği kalmayıp iyice çakal olduğunu söylediği oğlundan bile daha büyük bir tepkiyi hak ediyor. Tabii yaaa… O ne kardeşim öyle? İnsan biraz örnek aile babası olur değil mi? Hani imam-cemaat misali…
Baba böyle lanlı lunlu konuşup sürekli yalancılık eder, iş bağlama ayağına kendisine sulanan kadınlara fırsat tanırsa… Hakaret etmekte hiçbir sakınca görmediği karısıyla sürekli oğlunun yanında dalaşır, biri gelip biri giden kadınlarla karısının kıskançlık damarlarını kabartırsa… Bir de tüm bunlar yetmezmiş gibi yaşı ilerleyen erkeklerin gençlik taslama aracına dönüşen motor tutkusunu, ‘Motorumu rahat bırak’ terslenmesiyle göklere çıkartırsa… Urfalı Küçük Ağa’ya da tepki çekici çakallıklar yapmak düşer elbet.
Dolayısıyla; abuk sabuk tavırlarla sirk kafesi benzeri kodese tıkılan büyüklerin ‘hıyar, eşek’ vs. gibi sıfatları birbirine yakıştırıp nebatat ve hayvanat âleminde yol aldığı… Öğrencilere terbiye konusunda örneklik etmesi gereken öğretmen tayfasının, ‘Oğlum manyak mısınız’ şeklinde konuştuğu… Sinem’in kadından ziyade erkeksi bir duruşla kadın naifliğini zedelediği ‘Küçük Ağa’da asıl kötü örneklik, çocuklardan değil büyüklerden geliyor denebilir.
Şive abartısının iticiliğinde Balkan göçmenliğini Urfa ağzıyla buluşturup doğu-batı sentezine soyunanların cümle saçmalıklarını bir yana bırakıp çocuk karakterlere kanca takarak ‘kötü örneklik’ tepkisi gösterenlere duyurulur… Yemeyip içmesinler, ‘Balık baştan kokar’ sözünü akıllarına getirip, ‘Küçük Ağa’nın komiklikten saçmalığa dönüşen afacanlıklarını bırakarak, dizideki büyük hallerine bir göz atsınlar… Diyeceğim ama… Barışı da, süreci de, demokrasiyi de, insan yaşamını da çıkarları uğruna oyuncağa çeviren gerçek yaşam karakterlerinin kötü örnekliği ekrana yapışmışken bunların lafı mı olur?
Anibal GÜLEROĞLU
www.twitter.com/guleranibal