Öte yandan o kadar çok şey üretilir oldu ki, hiç benzeri bulunmayan tamamen orijinal bir şeyler yaratabilmek hayli zorlaştı. Steve Jobs da, bu hakikati ‘Yaratıcılık sadece bir şeyleri, bir şeylere bağlamaktır. İnsanlara bir şeyi nasıl yaptıklarını sorduğunuzda hafiften utanırlar çünkü aslında kendileri yapmamıştır. Bir yerlerden bir şeyler görerek yeni bir şey oluşturmuşlardır’ sözleriyle çok net vurgulamış zaten.
Ancak bu demek değil ki özgünlük kökten sıfırlandı. Ekstra çaba harcayan başarıyor. Ama böyle bir çalışma yapmak çoğunun işine gelmiyor. Dolayısıyla kopyacılığın hızla arttığı günümüzde kalite de, orijinallik de yerlerde sürünüyor. Sevilen Kore dizilerini uyarlamaya merak saranlar sayesinde özgünlüğün dibe vuruşunu, ekranda sıkça yaşıyoruz. Nitekim benzeşmeler, çalıntı iddiaları derken sadece dizileri değil sayıları gittikçe artan yerli filmleri de kıskacına alıyor bu olumsuzluk. Mantık aynı, yol haritası aynı, mizah aynı, söylem ve eylem performansı aynı… Yanı sıra hayat genelinde yaygınlaşan ‘Ben yaptım oldu’ umursamazlığı da hâkim, kurguların dünyasına. İçinde küfür varsa, bir başka işin taklidi gibiyse ne olmuş yani? Hiç, değil mi? Nasılsa, ‘Olsa ne olur olmasa ne olur’ devri!
Hal böyleyken koyuver gitsin misali piyasaya sürülenlerin bir kısmı Ali Baba’nın haramileri yenmesinden hevesle işe girişip küfürlerle cüceleşiyor… Bir kısmı da sinemanın Yeşilçam nostaljisinden medet umarak ‘Uzaklarda Arama’ derken kolaycılığa yatıp ‘Döngel’leşiyor… Evet, sözümüz Türkan Şoray’ın kamera arkasına geçtiği, kızı Yağmur Ünal’ın yapımcı ve oyuncu sıfatıyla yer aldığı, Onur Ünlü’nün de senaryosunu yazdığı ‘Uzaklarda Arama’ya dair…
DÖNGEL KÂRHANESİ’NDEN, SAVAŞIN ÇİÇEKLERİNE BİR HARMAN!
Sen Aydınlatırsın Geceyi, İtirazım Var gibi kaliteli filmleri hem yazıp hem de yöneten… Leyla ile Mecnun dizisinin yaratıcısı olarak akıllara kazınan Onur Ünlü’nün senaryosunu kaleme alıp yönetmen koltuğunu, dijital teknolojiye alışmasının zaman aldığına değinerek samimiyet gösteren Türkan Şoray’a terk ettiği ‘Uzaklarda Arama’nın en büyük handikabı kolaycı öyküsü.
Gerçek hayatta pek çok kez yaşanmış bir durumdan dram, komedi ve aşk çıkartmayı hedefleyen çok tanıdık bir iş ‘Uzaklarda Arama’… Bu onun çekiciliğini sıfırlamakta. Hele kadınların kasabaya giriş sahnesinin görselliği yok mu? Sanırsınız Christian Bale’in başrolündeki ‘Savaşın Çiçekleri/Flowers od War’ filminden tırtıklama! Orada da tıpkı ‘Uzaklarda Arama’da olduğu gibi ellerinde bavulları olan pavyon kadınlarının ihtişamlı gelişi resmedilmekteydi. Ama çok daha asil ve etkileyici bir tonda sunulmuştu seyirciye. Tabii bu tablodan benzeşme kotaran yerli yapımımızın, savaşın ortasında kıstırılmış kadınların öyküsünü Qigang Chen’in etkileyici müziğiyle bütünleştirip sulusepken gözyaşı arabeskliğine girmeden ‘dram’ yaşatmayı başaran ‘Savaşın Çiçekleri’nin yanına yaklaşması imkânsız. Bu nedenle konu açısından iki filmin kıyaslamasına girişmeyeceğim dahi.
Öte yandan ‘Türkan Şoray ve Onur Ünlü isimleri olmasaydı böylesine ilgi gören bir gala yaşanır mıydı? Medya bu denli pohpohlayıcı bir üslupla yaklaşır mıydı’ diye sorgulatan filmin konusunun ve işleniş tarzının daha çok bizden işlerle benzeştiği de kesin.
Her zaman yaptığımız gibi gerçekçi mantıkla baktığımızda… İlk sözümüz, Uzaklar isimli kasabada gelişen olayları dokuz yaşındaki Yusuf’a anlattırarak baş falsosunu ortaya koyan filmde sıradanın ötesine geçen anlar yaşamaya çalışmak nafile, şeklinde olacak. Dahası dizi mantığıyla yaratılmış Yeşilçamvari öykünün atmosferi bana, 2005’te Necef Uğurlu’nun senaryosuyla Ahmet Uğurlu ve Metin Akpınar’ı buluşturan ‘Döngel Kârhanesi’ni anımsattı.
Hatırlanacağı üzere borcundan dolayı fona devredilen bankanın el koyduğu kerhanenin yeniden yapılandırmasıyla gelişen kara mizahında bankaları soyanlara, gizli ve açık hırsızlara seslenen film, Döngel Eğlence Tesisleri’nin kızlarının renkli ve iğnelemelerle dolu macerasıydı. Üstelik sadece döneme taş vuran senaryosuyla değil, Döngel Kerhanesi’ni Ankara’nın kârhanesine çevirme görevini üstlenen Ahmet Uğurlu’nun ve Metin Akpınar’ın harika performansıyla da başarılı bir işti. Gayet oturaklı, çokça nükteli!
Erkeklerini kahpe karılara kaptırmamak için çabalayan kadınlarla, müstesna kasabanın mühim eksiğini kapatmaya soyunan kadınların çatışmacığına odaklanan ‘Uzaklarda Arama’ya baktığımızdaysa… Özünde farklı gibi dursa dahi, yine küçük bir kasabada tutunmaya çalışan pavyon ekibi var karşımızda. Döngel Eğlence Tesisleri olarak kendini pazarlayıp hem kızlara iş imkânı yaratmaya hem de Ankara’yı kâra geçirmeye çabalayanların komik hikâyesinden 10 yıl sonra bu kez bir başka eğlence tesisi öyküsü, belli mesajlar çerçevesinde anlatılmakta. Sanki daha modern ve renkli atmosferde, görsel çekicilikten medet uman çocuksu masalcılığa soyunmuş kardeş film gibi! Üstelik pavyoncu patron konumundaki karakteri canlandıran oyuncu da Mustafa Uğurlu yani bu açıdan da bir kardeşlik mevcut. Roller arasındaki tek fark Ahmet Uğurlu’nun Keskin rolü saf ve iyi niyetlilik üstüneydi. Mustafa Uğurlu’nun Coşkun karakteriyse kurnazlıkla donatılmış. Oyunculuk adına Coşkun’un başarısı tartışılmaz. Bana göre filmin en dişe dokunur yanı da bu! Ama nihayetinde çağrışımların önüne geçilememiş.
İlaveten Yağmur Ünal’ın canlandırdığı konsomatris Deniz’in ve onunla evlenme hayalleri kuran çocuk Yusuf’un gözünden ışıltılı bir dünya yaratarak gerçeklerden kopup özendirici bir hal alan ‘Uzaklarda Arama’, bunun dışında kasaba halkıyla Barones Pavyonu ahalisi arasındaki çatışmasını yaratırken birçok yapımla da denk düşmüş. Hele bir de kendini farklı tanıtan pavyon kızı Nazlı ile kasaba delikanlısı Vedat’ın arabesk nağmeli aşkı var ki, bu tarz öykülerin olmazsa olmazı... Dramatikliği doğuran yegâne klişe! Sözün kısası, tam bir çeşni.
Eleştiri noktasında, filmin derinliğine gelince… Bunca benzeşmeden ve klişeden ne kadar derinlik çıkabilirse… İşini kotarmaya çalışanlarla, aşkı yaşamaya çabalayanlar… Erkeklerini kaptırmamaya uğraşırken komikleşen kasaba kadınlarıyla, beden işçiliğini ulvileştirip ‘hemcinslik’ paydasında buluşan kadınlar… Kocaman kocaman bildik laflar eşliğinde, kadına ve hayata dair ne varsa aynı potada. Hani Yeşilçam ağzıyla; aşk, dram, gözyaşı, macera, eğlence, şamata… Tekmili bir arada. Türkan Şoray-Onur Ünlü-Yağmur Şoray denkleminden medet umarak yaratılan projede bunlar tamam olmasına tamam da… Bu renkli ve popüler kültüre oynayan harmanda yaratıcılık, senaryo mantığı ve karakterler fazlasıyla havada!
AYININ 40 TÜRKÜSÜ VAR, KIRKI DA AHLAT ÜSTÜNE
Sonuçta; En dürüst ve net ifadeyle ‘Uzaklarda Arama’, Türkan Şoray ve Onur Ünlü adlarıyla öne çıkan bir film. İçeriği de bildiğimiz Yeşilçam tarzının çalışan kadınlar yelpazesinden hallice, Vesikalı Yarim’den Döngel Karhanesi’ne uzanan yol haritasından şaşmayan bir yapıda.
Anlayacağınız ortada yenilikçi bir çaba bulunmamakta… Hem gülerim hem ağlarım kafasının ötesine geçme ihtiyacı hissetmeyenler ve kendi çalıp kendi oynayanlar için iyi bir seçenek olabilir. Ama ‘Yıllardır izlediğimiz kalıplar içimizi baydı. Ekranda, sinemada hep aynı’ diyerek farklı bir tat yakalama umudunu taşıyarak yaklaşanlara, büyük hayal kırıklığı.
Diyeceğim o ki, yıllar boyu ‘Ali Baba ve 40 Haramiler’ olarak bilinen eserin bir anda ‘Ali Baba ve 40’a dönüştürülebildiği güzel yurdumun kurgu dünyasında özgünlükten yana layıkıyla yüz güldüren pek yok! Masalcılığa soyunup el altındakilerle durumu idare edenler, benzer işler üretmekte ısrarcı. Dolayısıyla farklı isimlerle ve kişilerle yaratılsa bile sergilenen tablo ‘Ayının 40 türküsü var, kırkı da ahlat üstüne’ diyen atasözüyle aynı. Ondan sonra da gelsin, büyük beklentileri boşa çıkartan büyük hayal kırıklıkları.
Hoş, yıllar boyu aynı espri kalıplarını kullanan, aynı mimikleri sergileyen, küfürleri mizah diye yediren ve ne acıdır ki, aynı kafada hareket etmeyi marifet sayarak eleştirilere tersten yaklaşan sanatçılardan(!) veya yoklukta nimet bilinip kazanılmış ünlülükten cesaretle bildiğini okuyanlardan sanat ve orijinal yaratıcılık adına büyük beklentiye girmek de ne derece mümkünse… Bir yerlerden bir şeyler görerek yeni bir şey oluşturmaya çalışanların ahlat üstüne türkülerini dinlemeye devam.
Anibal GÜLEROĞLU
www.twitter.com/guleranibal