Ölüm ve hayat… Tanrı ve insan… Kanıksanmanın verdiği basitlikle kabullenilmiş ama derin gizemleri henüz çözümlenememiş bu dörtlü, yaşamın özeti. Aynı zamanda, felsefe yapmaya, her daim başkaldırıya ve sorgulamaya da müsait konular. Üzerlerinde çokça yazılmış çizilmiş. Kurgu dünyasının temel öğesi olarak türlü biçimlerde işlenmiş. Ancak bana göre ölüm ve hayat, Tanrı ve insan dörtlüsünün karmaşasını en çarpıcı biçimde özetleyen, İngiliz yazar Mary Shelley’nin eseri.
‘Madem beni sevmeyecektin, beni neden yarattın’ isyanıyla özdeşleşen Modern Prometheus yani ‘Frankenstein’, 1818’den beri ölümle hayatın yer değiştirmesi ve insan eliyle yeni bir suret yaratmak üstüne geliştirdiği felsefesini diri tutmayı başarmış bir yapıt! Kuşkusuz benzer konularda farklı eserler de mevcut. Fakat pek çoklarına ilham kaynaklığı ettiğini düşündüğüm ‘Frankenstein’ın özündeki duygularla öfkenin, isyanla boyun eğişin iç içe geçmiş harmanını bir bütün halinde bulmak kolay değil.
Kısacası; değişik uyarlamalarla ele alınıp defalarca kurgu dünyasında yer bulan Modern Prometheus’umuzun ölümle yaşam sorgulamasındaki yeri bir başka. Görünen o ki, insanın Tanrı yerine geçme hevesi üstüne yaratılan bu klasik hikâyenin cazibesi yıllar geçse bile hiç tükenmeyecek. Nitekim 2015’te iki farklı ‘Frankenstein’ yorumunun peş peşe beyazperdede yerini alması da bunun ispatı!
Hatırlanacağı üzere Ekim sonunda, modern laboratuar şartlarında yaratılıp gömülen ve sonra ölümden dönüp kendi varlığını sorgularken bir yandan da ortalığa korku saçan yaratığın dramatik öyküsünü anlatarak günümüz üç boyutlu yazıcı dünyasından Mary Shelley’nin eserine kanca atan bir ‘Frankenstein’ vizyona girmişti. Hemen akabinde, iki ünlü isimle varlığını gösteren ve diğer filmlerin aksine yaratıktan ziyade, yaratana yoğunlaşan ‘Victor Frankenstein’ gösterimde… Yazımızın konusu da bu film ama 2013’ün sonlarında çekimlerine başlanılıp 2014’te tamamlanan, ancak muhtemeldir ki diğer Frankenstein’a ilham vermemek için görüntüleri sır gibi saklanan filme geçmeden önce kısa bir zaman yolculuğu yapalım…
ZAMAN İÇİNDE FRANKENSTEIN YOLCULUĞU
1818’de Büyük Britanya’da yayınlanan romanın ardından gelen ilk sinema uyarlaması, 1910’da Edison Stüdyoları tarafından üç günde çekilen filmle gerçekleştirilen ‘Frankenstein’… Sessiz sinema döneminde böylesine bir başkaldırı eserinin ne derece ürkütücü geldiğini ve ilgi gördüğünü varın siz tahmin edin.
Devamında gelen sinema filmi, Frankenstein’ın tiyatro için yazılmış halinden uyarlama… 1931’de Universal Studios, Peggy Webling’in ‘Frankenstein: Dehşetli Bir Macera/Frankenstein: an Adventure in the Macabre’ isimli oyununu alıp değişiklikler yaparak 19. yüzyılın sonlarına adapte edilmiş bir hikâye çıkartmış ortaya. Devam filmi de 1935’te Frankenstein’ın Gelini ile gelmiş. James Whale’ın yönetmenliğindeki 1931 yapımı filmin senaryosu Mary Shelley'in Frankenstein romanının ikinci cildinden uyarlanmış.
Bu yolculuk bol örnekle sürerken 1971’de ABD yapımı Drakula Frankenştayn’a Karşı isimli ‘çöp korku’ diye adlandırılan bir film de yerini almış beyazperdede. Buradan ilhamla 1972’de İspanyol sineması Drakula Doktor Frankenştayn’a Karşı diyerek korku cephesine başka bir pencere açıp Dracula’yı, Frankenstein’ın kölesine dönüştürme fantezisine girişmiş.
Tim Burton’ın 1984’teki Walt Disney Pictures yapımı ‘Frankenweenie’ isimli kısa filmini 2012’de stop motion animasyonla sinemaya kazandırarak çocuk Victor’ın köpeğini diriltme sevdasıyla katkıda bulunduğu Frankenstein macerasında, ABD-İngiliz ortak yapımı olarak 1994’te gerçekleştirilen gotik korku türü de mevcut. Robert De Niro’nun rol aldığı Mary Shelley’den Frankenstein ismiyle seyirciye sunulan film, pek çok ödüle aday olmuş fakat ne yazık ki hiçbir şey kazanamamış.
2014’te ‘I, Frankenstein’ denmiş… Bizde ‘Frankenstein: Ölümsüzlerin Savaşı’ adıyla vizyona sokulan yapım, isimsiz yaratığı antik şehre götürüp orada Adam Frankenstein olarak mücadeleye sokan fantastik bir öyküyle kendi türünde yaşatmış bu ölümsüz eseri.
Neticede; Frankenstein üstüne üretilen işler bu kadarla sınırlı değil tabii. Günümüzün farklı yorumuna dek, örnek çok… Otel Transilvanya animasyonu, Huge Jackman’ın başrolündeki Van Helsing gibi korku karakterlerini buluşturan yapımları da Frankenstein skalasında saydığımızda oldukça kabarık bir liste bulunmakta. Biz kısaca özetledik sadece. Gelelim ‘Victor Frankenstein’ın diğerlerine benzemeyen öyküsüne…
HAYAT GEÇİCİ, ÖLÜM DE NEDEN ÖYLE OLMASIN?
‘Bu bildiğimiz bir hikâye’ diyerek açılışını yapıyor ‘Victor Frankenstein’… Düşen bir yıldırım, deli bir dahi ve korkunç bir yaratık sıralamasının ardından ‘Dünya sadece canavarı hatırlıyor, onu yaratanı değil’ saptaması geliyor.
Canavarların da ‘insan’ olduğu vurgusunu yapmanın ardından, sirkte soytarı olarak itilip kakılan ‘Kambur’un ağzından anlatılarak sunulan hikâye; anatomiye meraklı, hayat ilmiyle ilgilenen dramatik bir karakter çıkartıyor karşımıza. Öyle ki, isimsiz Kambur’un, havai fişeklerin patladığı olaylı bir gecede hayatını değiştirecek adamla tanışma sürecinde Notre Dame’ın Kamburu’nu anımsamamak imkânsız. Ancak 1931 yapımı Frankenstein filminden devşirme kambur karakterin uyandırdığı bu duygu öyle uzun uzadıya devam etmiyor. Çünkü anatomik görsellik eşliğinde yaşanan karşılaşmayı dramatiklikten çıkartarak eğlenceli kılmayı başaran Dr. Victor Frankenstein devreye giriyor… Ve onun sayesinde hızlı ama bir o kadar da kısa bir sirk aksiyonu yaşatan başlangıç, ‘Bu kadar dramatiklik yeter’ dercesine, o ezik Kambur’dan bir çırpıda Igor Straussman yaratarak dalıyor asıl meselesine.
Bizim halen eksikliğini hissettiğimiz Sanayi Devrimi’nin başlangıç yıllarında geçen hikâyede ‘Sakat İşçiler Hastanesi’ vurgusunu yaparak hem o dönemin İngiltere gelişmişliğine dikkat çeken, hem de tıp öğrencisi Victor Frankenstein’ın karakterini sunan yapım, çok bekletmeden amacını da dile getiriveriyor… Hayat geçici, ölüm de neden öyle olmasın!
O andan itibaren, bu amacı gerçekleştirmede bütün meselenin ‘dönüştürmeyi becermek’ olduğu mantığı üstünden adım adım ilerleyen bir dostluk ve yeniden yaratma süreci sunan film, baba otoritesiyle ezilen Victor Frankenstein’ın ‘Tanrı’ olma hırsının arka planında yatan ulvi gizemi de yavaş yavaş açık ediyor. Böylece yüzyıllar boyu ölümden hayat türetmek isteyen ve bağnazlar tarafından ‘Şeytan’ olarak nitelendirilip kimilerince de ‘canavar’ yerine konan karakterin bambaşka bir yüzünü gösteriyor bize. Bu yüzden yansıyanlarsa, Tanrı ve inanç üstüne klasik sorgulamalardan çok daha derin.
Devamının geleceği izlenimini finalinde veren filmde öne çıkan oyunculuklara gelince… Yaratıcının değil de canavarın Frankenstein olduğunu düşünmenin önüne geçmek için bilim insanına ismini geri vermeyi hedefleyen ve Paul McGuigan yönetmenliğinde keyifli bir iş olarak sinemaya taşınan yapımda iki ana karakter olayı götürmekte.
Harry Potter olarak sinemaya çocuk yaştan atılıp bu karakterle büyümenin ardından çeşitli filmlerde değişik rollerle boy göstererek kendini ispatlayan Daniel Radcliffe’in İgor karakterini canlandırdığı filmdeki diğer ünlü isim, dizilerde ve TV filmlerinde de rol alan en son ‘Filth/Pislik’ filmiyle hafızalara kazınan BAFTA ödüllü James McAvoy… Birlikte gayet uyumlu bir ikili oluşturmuşlar doğrusu.
DOĞAL DÜZENE MEYDAN OKUMA KORKUTUCU MU?
Hangimizin hayali değildir ‘Umudun, korkuları yok ettiği bir dünya’… En azından herkes, hayatın çok güzel ama bir o kadar da kısa oluşunun acımasızlığının bilincindedir ve ölüm korkusunu taşır içinde. Rasyonel ve özgür düşünen insanların Tanrı’nın buyruklarından çok bilimden medet umuşunun örneği olarak bir anlamda inançlara ve onlardan türeyen korkulara baş kaldıran ‘Victor Frankenstein’ da, işte bu korkun ortadan kalkmasına yönelik bir performans sergilemekte film boyunca. ‘Ölümden hayat yaratmak’ amacıyla girilen yolda hesaba katılmayan tek şeyse, ‘Ruh’! Gerçi Tanrı tarafından yaratıldıkları halde içlerinde ‘Ruh’ olmayan, düşüncesice hareket eden bir dolu insan var yeryüzünde ama neyse… Biz filmdeki ‘Ruh’ haline dönecek olursak…
İnsan eliyle yaratılanın ruhsuzluğu ön planda. Kadın bedeninin dışında döllenme olabileceği anlatısıyla adeta geçmişten günümüze el veren ve böylece, bir zamanlar ‘hayal’ olarak görülüp tepki çeken yığınla düşüncenin zaman içinde gerçekleştirildiğini hatırlatarak adeta ‘Ölüler de gün gelir canlandırılabilir veya laboratuarda insan yaratılabilinir’ diyen filmde Frankenstein’ın fikirlerinde ağırlık noktası ‘Yaratmak’ üstüne kurulu… Ta ki, kendi gözleriyle hazin gerçeği fark edene dek! Lakin bilim insanlarının en büyük engelinin ‘finansman’ olduğu gerçeğini ele alıp bunu, akademinin kaynak desteği sürecinde ortaya koyan filmin bu noktada da formülü mevcut. Finaliyle bir an için kendi kendini inkâr eder gibi dursa dahi noktayı koyarken geliştirilen mizahi söylemle, insanoğlunun buna da çözüm bulabileceği mesajı layıkıyla hissettirilmiş. Kim bilir belki bir gün… Doğal düzene meydan okumaktan çekinmeyenlerin varlığında neden olmasın?
Sonuçta; Doğal düzene meydan okuma, sıradanı ve bilineni aşma isteğiyle yol alan… Yeni Ahit’te Hz. İsa’nın ‘Diriliş’ mucizesini temsil eden isimden hareketle, Lazarus projesinden Prometheus’u yükselterek hayat yaratmaya heveslenen ‘Victor Frankenstein’ bir başyapıt değil. Ancak yüzyılları aşıp gelen bir konuya kendi çapında yenilik getiren güzel bir çalışma.
Yerli sinemamız düğün dernek takılıp sünnetlerde göbek atarken veya cücelerle Ali Baba uyanıklığını yaban ellerden devşirirken ya da ‘uzaklarda arama zaten her şey mevcut elimizin altında’ mantığıyla kabak tadı veren Yeşilçam nostaljisi yaratmaya çabalarken elin adamları 200 yıla yaklaşan bir süreçte halen cazibesini koruyan romanlara yönelip onlardan farklı farklı uyarlamalar sürüyorlar beyazperdeye.
Hepsi de kendince bir şeylere baş kaldırıyor. İyi de ediyor. Peki ya bizim, sizin benliğinizde hayatla ölümü sorgulayan; dayatmalara karşı yenilikçilik peşinde koşmanın dayanılmaz çekiciliğini hisseden Frankeştayn neye baş kaldırıyor? Sindirilmişlikten kurtulup bir düşünün bakalım, neler bulacaksınız.
Sözün kısası… Bireysel arzuları olan insanların ve her yeniliğin hırsları tetikleyebileceğini… İnsanlık adına bir takım tehlikeli gelişmeleri ve tekelleşme-hükmetme tutkusunu beraberinde getirebileceğini hatırlatmayı da ihmal etmeyen… Yanı sıra bunlardan korkmamak gerektiğini göstererek genel olarak ilericiliğe dair başarılı, eğlenceli bir performans sergileyen ‘Victor Frankenstein’, bildik bir konu diye ötelenmeden, bu mantıkla izlenmesi gerekenlerden.
Anibal GÜLEROĞLU
www.twitter.com/guleranibal