Aile... Günümüzde üstünde çokça konuşulan, algılara malzeme edilmeye çalışılan bir kavram. Hayata dair iyi-kötü bilgilerin ilk kaynağı olan ‘aile’ kimine göre sevginin en güçlü hali, kimine göre hiçbir düşmanın yıkamayacağı yegane kale. ‘Aile’ öyle derin bir konu ki, bazısı aileyi vatan bağıyla özdeşleştirir. Bazısı uygarlığın çekirdeği olarak görür.
Buna karşılık ‘Hiçbir yerde ailemde ve ülkemde olduğu kadar yabancı hissetmiyorum’ diyen Van Gogh gibi düşünenlerin ya da André Gide gibi aileyi tehlikeli bulanlar da mevcut tabii.
Öte yandan herkes için farklı anlamlar ifade etmekle birlikte, bireylerin en çok etkileşime uğradığı ‘aile’nin, psiko-sosyal yönden toplumların temel taşı olduğu yadsınamaz bir gerçek.
Kısacası, yeri geldiğinde yüceltilen yeri geldiğinde türlü niyetlerle eğilip bükülmeye çalışılan ‘aile’ hassas ve derinlikli bir konu! Bundan dolayı ailelerin odak noktasında yer aldığı hikayeler, kurguların vazgeçilmezi.
Gel gör ki, özellikle yerli dizilerin ‘aile’ anlayışı bir başka şimdilerde. Senaryoların bölümler boyu doldurulması uğruna aileler tam manasıyla yoldan çıkartılmakta. Böylece toplumların ahlak ve kültür temeli olarak görülen aileler, çoğunlukla çarpık ilişkilerin yürütüldüğü, şiddetin ve ihanetin kol gezdiği ortamlar şeklinde yansımakta bizlere.
Kuşkusuz tüm kabahat böylesi içeriklerin ekmeğini yemek isteyenlerde değil. Bunlara rağbet gösteren izleyici kesiminin aile anlayışını da sorgulamak lazım öncelikle. Ancak bizim burada üstünde durmak istediğimiz husus, izleyiciden ziyade aileyi çapıklaştıran işler.
Zira bu türden yapımların gittikçe bollaşması bir anlamda ‘aile modeli’ dayatmasına dönüşüyor. Bu noktada ‘İçeriklerin ne gücü olabilir’ dememek lazım. Böylesi kurguların pervasızlıkta yarışır hale gelmesi, içeriklerin gücünü anlamak adına, dikkate değer bir detay çünkü. En kayda değer örnek de ‘Hem eleştiririm hem izlerim’ mantığıyla havalanıp aileyi çarpıklaştırma modasına layıkıyla uyan ‘Yalı Çapkını’!
İnsanların eleştirdikleri daha doğrusu eleştirir göründükleri şeylere içten içe özenmeleri, ilgi göstermeleri bilinen gerçeklerden. Nitekim gündüz programlarındaki rezaletlerin, yozlaşmış aile tablolarının reyting rekorları kırmasının arka planında da bu gerçek yatıyor. Keza ‘Gerçek hayat hikayesinden’ vurgusuyla sunulan kurgulardaki şiddetin ve çarpık ilişkilerin bolluğu da buradan cesaretle yaratılmakta.
Nasıl ki, hasta-doktor mahremiyetini(İzin alınmış olsa bile) zedeleyen türden ortalığa saçılan öykülerin yükselen değere dönüştüğü günümüzde ‘Yalı Çapkını’ denen dizi öğretilerdeki tüm aile değerlerini altüst eden ve düşündüren içerik yapısıyla zirvede!
Ahlaksızlığını şirin-sempatik tavırlarıyla sergileyip ötelediği için halihazırda ekrandaki en ‘gevşek’ erkek karakter tipi diyebileceğimiz Ferit’in performansıyla güçlenen dizi, Korhanların geleceğini kurtarmak adına ısmarlama gelin arayışıyla karşımıza getirildiği andan itibaren Gaziantep’teki ağalık düzeninin aile yapısını da örnekledi kendince.
Kendine her şeyi hak görüp halasını da emirlerini uygulayan yardımcı olarak kullanan Kazım Ağa’nın sürekli maddi-manevi şiddet uyguladığı karısıyla kızlarını sofra artıklarıyla beslenen kölelere çevirmesi gerçek yaşamda karşılık bulabilirdi ama ekrandan özendirici bir dille aktarımı, üstüne çokça titzlenilen ‘aile yapısı’ adına olumsuz bir tabloydu açıkcası. Ancak ‘Yalı Çapkını’nın asıl utanç verici gelişmeleri devamında geldi.
Kapı yerine damdan girme alışkanlığındaki Ferit’in çapkınlığından faydalanmaya çalışan bir kızın düzenbazlığıyla ‘fırsatçı ve yalancı kadın’ profilini araya sıkıştıran yapım, ardından Ferit’le birlikte olmuş izlenimini verip sonra çark eden Sultan’ın Ferit’in odasındaki yatak fantazisini izletti.
‘Bu ortam nedir böyle’ demeye kalmadan yalıdaki konumunu kayınpederi Halis Ağa’nın ölümünden sonra da koruyabilme kaygısındaki İfakat gelinin marifetleri saçıldı ortalığa. Bir de baktık ki evin diktatör hanımına dönüşen İfakat, kaynı Orhan’la yatak muhabettleri yapmakta... Hem de bütün ailenin birlikte yaşadığı aynı evin içinde!
Tabi pişkinliğin ve çarpıklığın sonu olmadı bu ilişkinin gösterilmesi. Kayınpederinin ayaklarını yıkmak için Orhan’ın koynundan çıkıp giden ve dekolte geceliğiyle kayınpederine beden şov yapan İfakat’in Gaziantep’te hamamda kız seçme süreci de tam anlamıyla rezaletti. Hamamda gelin beğenildiğini duymuştuk ama öyle göbek taşının üstünde çırılçıplak incelendiğini aklımıza getirmemiştik hiç. Hani köle pazarlarını bile geçmişti bu sahne! Yoksa Gaziantep’te işler böyle mi? Geçti gitti. Neyse.
Dizide şiddet ve ahlaksızlık mantığı tam gaz ilerlerken tüm bunların üstüne tüy diken Ferit’in düğün gecesinde gelin odasına Pelin’i getirmesi oldu. Ancak bize ‘Yuh’ dedirten bu olay karşısında tek hedefi üniversiteye gitmek olan ve zorla evlenen Seyran’ın rahatlığı tüye de tüy dikti.
Abidin’in desteğiyle süren Pelin-Ferit-Seyran üçgeninde Pelin’in canı istediğinde damdan aşırıp yalıya dalması, Seyran’ın yanında Ferit’e yumulması, Ferit’in zevzekliği ‘aile’ olgusunu yerle bir etmenin ötesinde yozlaşmış ahlak alışkanlığını dayatma ve erkeklerin iki kadınla birlikte olmasını normalleştirme algısını işleme değil de neydi peki?
Halis Ağa’nın ailenin devamı için çocuk isteme kafasından cesaretle Fuat’a ikinci kadın alma fikrini aşılamaya çalışan İfakat da bu normalleştirmenin bir parçası olarak üstüne düşeni yapıyordu zaten. Seyran’ın okuma isteğini öteleyip önce ‘çocuk’ doğurması gerektiğini işleyen aile sofrasından fışkıran ‘Kadınlar, kocalarına çocuk yapmaktan başka şeye yaramaz’ zihniyeti, karısından çocuk yapması imkansızlaşan Fuat’ın Suna’ya yakınlaşmasında da yüzünü gösterdi nitekim.
Dahası çocuklu adamla evlendirilecek olan Suna’yı kurtarmak isteyen Seyran’ı seksi geceliği giymeye zorlayıp yatağa atma çarpıklığını sergileyen Ferit’in dedesini hoşnut etmek için Seyran’ı hamile bırakma hevesini de unutmayalım. Kadın kimliğinin ve aile bilincini topluma böyle empoze etmek ne acı!
SONUÇTA; ‘Her ailede kirli bir kaşık vardır’ der bir Gürcü atasözü. Lakin bizim gerçek(!) hikayelerden uyarlanan dizilerin ailelerinde temiz kaşık hak getire. Star’ın rekortmen dizisinde de durum böyle. ‘Yalı Çapkını’ değil, çapkınlığın da suyunu çıkartıp tüm değer yargılarını yozlaştıran ve çokça tutulan ‘Yalı Çarpıkları’ sunmakta bizlere.
Sarhoşluk bahanesiyle Suna’ya Ferit’i öptüren senaryonun gerçek hayattan uyarlandığını düşünürsek ‘Yalı Çapkını’nın çarpıklıkları daha da vahim hale geliyor. Zira böylesi kurgularla bizlere dayatılan aile yapıları Oscar Wilde’ın ‘Aile yaşamının güzelliği hiçbir yerde yoktur’ sözüyle taban tabana zıt! Dolayısıyla ‘Kurgu’ deyip geçmemek lazım bunlara.
Öte yandan aile içi şiddetle yüzsüzce sergilenen ihanetleri harmanlayan ‘Camdaki Kız’... Somer’in zorla evlendiği kızı düğün gecesi terk edip sevgilisinin yatağına koşmasıyla ‘Yalı Çapkını’yla benzeşen ‘Üç Kızkardeş’... Beş yıl boyunca ikili aile hayatı yaşayıp rezilliğinden hiç gocunmayan Tarık’ın rahatlığından ve yalanlardan beslenen ‘Aldatmak’ gibi dizilerin aile tablolarında sürekli eşlerinin dışında başka kadınlarla gizli hayatlar kuran fırıldak karakterlerin her yeni dizide daha güçlenerek önümüze konduğu gerçeğinin de altını çizmekte fayda var. Çünkü bu parlatılmış çarpıklıklar aracılığıyla hem aileye farklı bir bakış getiriliyor. Hem de gerçeklerden kurgulara, kurgulardan gerçeklere bağ oluşturan zihniyet aracılığıyla temel değerlerin içi boşaltılıyor.
‘Yalı Çapkını’yla ilgili yorumumuzda son söz ünlü filozof Engels’ten gelsin... ‘Ailede erkek burjuvadır, kadın çalışan rolünü üstlenir’!
Anibal GÜLEROĞLU