Yargı'nın havada kalan finali... Taş Kağıt Makas'ın alkışlık performansı

Bazı finaller vardır hikayenin bağlandığı noktada beklenmeyen kayıplarla izleyiciyi üzer. Bazıları ‘mutlu son’a giden yolda klişeleri dümdüz izleyip ‘Zaten belliydi’ dedirtir.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Sezonun öne çıkanları...

Rüzgar misali iz bırakmadan esip geçen ve sürekli yeni başlangıçlara kapı aralayan zaman, önüne kattığını silip süpürüyor. Onun karanlık koridorlarında yitip gidenlerin ardından kalansa yalnızca iyi ve kötü anılar. 

Hal böyleyken iyisiyle kötüsüyle bir sezonun daha sonuna geldiğimiz şu sıralarda, kime dost kime düşman olacağı bilinmeyen zamanın önüne kattıklarına bakıp görevi, zaman öldürmenin ötesine geçenleri işaret etmek gerek. Nasıl ki biz de, sessiz bir testere gibi çalışan zaman sadece gerçek hayatın değil kurguların da iyi-kötülerini anılarımızda yer ettirerek akışını sürdürürken, geride kalan sezonun gerçek anlamda fark yaratıp öne çıkanlarını ele almayı düşündük. Hadi bakalım...

MESAJ VE İĞNELEMELERE FELSEFİ YORUM BAŞARISI

En büyük eseri olan ‘Leviathan’ ile Batı siyaset felsefesinin izleyeceği yolu çizen filozof Thomas Hobbes, boş vakitleri felsefenin annesi olarak görmüş. Lakin insanların çoğunun boş vakitlerinde bilinçlendiren felsefi konulara dalmak, hayattaki yanlışları görmeyi sağlayan faaliyetlere itibar etmek yerine boş işlerle zaman öldürdüğü de bir gerçek. Ki, içerikleriyle klişelerin ötesine geçip insanların boş zamanlarını felsefi yorum ve uyandırıcı mesajcılıkla değerli kılma zahmetine girmeyen kurguların bu süreçteki yönlendirici rolü yadsınamaz. 

Neyse ki son dönemlerde bu duyarsızlık bir nebze aşılmaya başlandı. ‘Dizilerin mesaj verme kaygısı yoktur’ mantığı, yavaş yavaş aşılır oldu. Toplumsal uyanışa katkıda bulunmayı, yozlaşmalara ayna tutmayı hedefleyen yapımlar sunuldu, aşk üçgenlerinden ve tarihi-kahramanlığı kendince yorumlayan dizilerden bıkan izleyiciye. İyi de oldu açıkçası.

Bunların içinde en iyisine gelince... Uyandırıcı tokat misali sezon finaliyle maskelenmiş kötülüğü açığa çıkartıp zamana damgasını vuran  ‘Kızıl Goncalar’ elbet. Zira gerçekçi söylem ve etkili karakterlerinin yanı sıra dolu dolu işlenen senaryo, mesaj ve iğnelemelerini daha da etkili kılan felsefi yorum başarısıyla öne çıkmakta! 

Sözün Özü; Başlangıçlarda ikili algı yaratıyor gibi görünmeye müsait bir dil kullansa bile süreç içinde eğriden doğruya giden yolu işaret etmeyi layıkıyla başaran ve din istismarıyla kadınların basklanma yanlışına ışık tutarak gerçek inananları değil de onlar üstünden otorite kurmayı amaçlayan sömürücüleri hedefine koyduğunu gösteren ‘Kızıl Goncalar’ın dengeli içeriğindeki mantık ve felsefe onu en başarılı dizi yapıp fark yaratanların zirvesine çıkartmakta. ‘Yeni sezonda aynen devam’ diyoruz.

GÜÇ DESTEKLİ KÖTÜLÜĞÜN YENİ YÜZÜ

İyilikle kötülüğü dengede tutan nedir? Elbette ki ‘Adalet’. Adalet terazisinin şaştığı yerde iyilerin hep okkanın altına gittiği malum. Hele bir de bu terazinin şaşmasında bizzat adaleti sağlamakla görevli kişilerin desteği varsa... İşte o zaman yandı gülüm keten helva. Ardımızda bırakttığımız sezonun yenilerinden olan uyarlam dizi ‘Taş Kağıt Makas’ bu çarpık sisteme cesurca bakış atmamızda önemli bir adım oldu. Dolayısıyla adaletin, adalet sistemindeki çürük yumurtalar yüzünden sağlanamayışını açık seçik ortaya koyarak Umut’un adalet arayışını sergileyen yapım sırf bu özelliğinden dolayı bile alkışı hak ediyor.

Öte yandan dizinin ‘kötü karakter’ yaratma ustalığını da es geçmemek lazım. ‘Kötü insanlar, yeryüzüne serpilmiş bir avuç iyi insanı sınamaya yararlar’ demiş Aydınlanma hareketinin başı Voltaire. Nitekim hayatın oyunu ‘Taş Kağıt Makas’ta Umut ve Rıza Tanrıkulu olmak üzere iyi insanlara musallat olup hayatlarını karartan Fecir Emirkıran da kötü insanları algılamak için başarılı bir örnek olarak karşımızda. 

Kuşkusuz Fecir’in etki gücünü artıran en önemli detay, ona hayat veren Burak Yörük! Onun karakterle özdeşleşen performansı sayesinde dizinin lokomotifine dönüşen Fecir’in gerek beden dili gerekse psikopat ruh halinden yansıyanlarda yapmacıklıktan eser yok. Tamamen doğal ve dozunda ayarlanmış... Kökeninde aile hatalarının ve sevgisizliğin yer aldığı Fecir, oyunculuğunu gittikçe geliştirmeyi başaran, Burak Yörük’ü de güç destekli kötülüğün yeni yüzü olarak aklımıza kazıyor. Tebrikler.

BEKLENTİLERİ KARŞILAMAYAN EN HAVADA FİNAL

Bazı finaller vardır hikayenin bağlandığı noktada beklenmeyen kayıplarla izleyiciyi üzer. Bazıları ‘mutlu son’a giden yolda klişeleri dümdüz izleyip ‘Zaten belliydi’ dedirtir. Bazısı da beklentileri karşılamamanın ötesinde bir bölüm yaratmakla kalmaz ‘Ne izledik biz böyle’ sorgusunu yaptıran bir yorumla koyar noktayı.

İşte ‘Yargı’ tam da bu şekilde getirdi işin sonunu. Üç sezonluk dizinin 95’inci bölümünde alternatif bir dünya yaratarak ekrana veda etme isteği, final bölümünü adeta ilk bölüm haline geirdi. ‘Bizi bir araya getiren kaderdir’ mantığını paralel evrenden anlatmaya çalışan senaryo, Ilgaz ile Ceylin’i Buse’nin cinayetiyle şüpheli duruma sokup yol arkadaşı yaparken gerçek dünyada içinde iki kişinin öldürüldüğünü bilmeden satın aldıkları eve getirip burada katil oğulları Can’ın intikamını almak isteyen adalet mensubu karı-kocanın kurbanına dönüştürüverdi.  

Finalde mutlu sona karşılık mutsuz son alternatifini ortaya koymak değişiklik açısından akılda kalıcı bir taktik olsa da sanki yeni bir hikayeye başlıyormuş gibi ‘Paralel Yargı’ atmosferinin yaratılması ve nihayetinde eve dönüşle yaşanan doğal gelişimin kestirmeden verilmesi beklentileri karşılamayan en havada final durumu çıkarttı ortaya. Zira her ne kadar final olduğunu bilsek de, gerçek evrende Ilgaz’la Ceylin’in hayatına ‘Can’ karakterinin ucundan dahi olsa iliştirilmesi ‘‘Acaba dizinin devamı ‘Paralel Yargı’ adıyla getirilir mi’’ sorusunu düşündürdü ister istemez. Peki... Yaşanır mı böyle bir durum. Mümkündür ama sanmam.

SUÇA VE ACIYA EN DUYARSIZ DİZİ

Bizim ekranların en büyük kolaycılığı nedir diye sorulsa tereddütsüz ‘Suç ve acıdan beslenmek’ derim. Zira kahramanlıkmış gibi aktarılan suç dünyası aksiyonları ve dramlarda boğulan karakterlerin varlığı izleyiciyi ekran başına çekmeye yeten basitlikler olarak her daim iş yapmakta. 

Gerçek hayatta cezasız kalan suçlardan bunalan, yaşanan acılardan yaşam sevincini unutan insanların bu tarz işlere yöneliyor olması elbette ki tuhaf ama reytingler bazında başarılı görülenler de böyleleri maalesef. 

Nitekim dört sezondur ölümlerden ölüm beğen sahnelerinin sıkça yaşandığı, saflıkta tavan yapan Ömer ve ailesinin önlerine çıkan para fırsatlarını kaybetme rekoru kırarak ‘Bunların hakkı sürünmek. Para nelerine’ dedirttiği, gülmenin adeta haram sayıldığı ‘Kardeşlerim’ de bu kategoride dört sezondur boy gösterenlerden. Ancak başrollerin zırt pırt öldüğü, eklemelerle yoluna devam eden ve beşinci sezon söylentilerine karşı final yapacağı belirtilen diziyi benzerleri arasında öne çıkartan bir ayrıntı var. O da ‘Suça ve acıya en duyarsız dizi’ olması!

Şöyle ki; başlangıçtan itibaren neredeyse her karakterin burnunun pislikten çıkmadığı yapımda işlenen cinayetler ‘kaza’ denip geçildi. Ölümlere sebep olanlar hiç tınmadan hatta daha da pervasızlaşarak hayatlarına devam etti. Kadınların çoğu potansiyel katil modundan çıkıp bildiğin katil oldu ama akıştaki söylemlerle ve diğer karakterlerin yaklaşımıyla aklanmak bir yana neredeyse mağdura dönüştü.

Anlayacağınız sonlara doğru yaşanan ölümlerle ortaya çıkan adalet(!) dışında işlenen ciddi suçlar cezasız kaldı sezonlar boyu. Keza annelerini, babalarını, sevgililerini, kardeşlerini kaybeden karakterler de ne bu ölümlere sebep olanlardan hesap sormaya yeltendi ne de ölümlerin ardından yaşamlarını-ilişkilerini değiştirdi. Velhasıl ölüm acısını yaşayan karakterler birkaç dramatik sahnenin ardından hiçbir ciddi üzüntü-yas göstergesi olmadan güle oynaya yaşayıp duyarsızlıkta tavan yaptılar. 

Dolayısıyla biz de ağırlıklı olarak gençliğe hitap ederken suç ve acı konularında kötü örnekliğe düşen ‘Kardeşlerim’i bu özelliklerine bakıp ‘Suça ve acıya en duyarsız dizi’ etiketine layık gördük. Bravo.

SONUÇTA; Birbirini aldatmayan karakteri olmayan ve artık aldatma konusu kalmadığı için finale giden ‘Aldatmak’... Zenginlerin sahte ve kibirli dünyasındaki yozlukları sabun köpüğü akışıyla aktaran ‘Şahane Hayatım’... ‘Gaddar’lığı mizah ve aşkla süsleyip kendini izlettiren ‘Gaddar’... Farklı bir sözü varmış gibi başlayıp ‘güçlü kadın’ imajı çizmeye çalışırken abartılarla sıradanlaşan ‘Bahar’... Başlangıcını adeta Yılmaz Erdoğan şovuna çeviren sonrasında biraz da diğerlerine rol hakkı verelim moduna giren ‘İnci Taneleri’... Ve burada sayamadığımız nicesi, iyisiyle kötüsüyle ardımızda bıraktığımız sezonun işleri. 

Ekrana tutunmayı başaranların yanı sıra pek çok yeninin de kısa ömürlü olduğu sezonda dikkat çekmeye değer verdiklerimiz şimdilik bundan ibaret. Zaman aktıkça öne çıkanlar da silinenler de değişecektir elbet. 

Ne demiş ‘Johnny Guitar’ gibi eserlerde imzası olan ünlü yazar Roy Chanslor... ‘Zaman, kolay elde edilen ve ucuz olan şeyleri siler’!

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com 

www.twitter.com/guleranibal