Evet… İnsanlar hiç ölmeyecekmiş gibi hırsa kapılıp türlü hinliklerle alavere dalavere yaşayadursun… Harala hurala geçen bir yazın ardından ekranlarda yeni bir sezon daha başladı işte. Peş peşe tanıtımları yayınlanan ve elini çabuk tutarak izleyiciyle buluşan yapımların bolluğundan gördük ki salgın badiresinin yeni dizileri öteleme durumu da bir yere kadarmış.
Üstelik yeni dizilerin ne kadar sevilen-bilinen oyuncu varsa toplayarak kadrolarını oluşturmalarına bakıp salgın durağanlığının ‘herkes için’ avantaja çevrildiğini de söylemek mümkün. Lakin tüm bu bolluk halinden yüzde yüz olumlu sonuç çıkar mı? İşte orası meçhul.
Nitekim ilk bölümüyle Total’de altıncı, AB’de beşinci olup reytingleriyle beklentileri karşılayamayan ‘Yeni Hayat’ da sergilediği performansla bu meçhuller tablosunda yerini alıverdi en baştan. Büyük söylemlerle gündeme gelen… Gerek salgından, gerekse yapım sorunlarından dolayı Mart yerine Eylül’de izleyiciyle buluşan dizi, Serkan Çayoğlu hayranlığının ötesinde bir ekstralık sunamadı açıkçası. Zira içeriğinden karakterlerine, eski yoldan şaşmayan ‘Yeni Hayat’ta aşkın da, aksiyonun da mantığı ilgi çekicilikten uzak bir tatta.
Şöyle ki; Aksiyonla çekicilik avantajındaki ‘Bodyguard’ ile ‘Yeter’deki ‘şiddetli aşk’ meraklısı Yekta karakterlerinin benzerlerini aynı hikâyede buluşturup, evliyken yaşanan çarpık aşk gelişimini meşrulaştırmak için de ‘Babil’ misali ‘çocuk’ odaklı evlilik problemini araya sokuşturarak varlık bulan bir iş ‘Yeni Hayat’.
Bu tanım çerçevesini tamamlayanlar da fazlasıyla bilindik şeyler. Zenginliğin temelindeki silah-uyuşturucu harmanı işlerin döndüğü kara para dünyası… Mağdur kadın görünümüyle kamufle edilen lüks hayat düşkünlüğü… Cici annenin gerçek yüzünü görebilen ama kendini serseriliğe vurarak haksız hale gelen bir genç kız ve arkadaş tayfası…
Her kurguya lazım türünden ortam çomaklayıcı bir akraba… Köşk ahalisinin yaşamındaki gölge hizmetkârlar… Geçmişten gelen arkadaşlıklar… Ve tabii esas erkeğin ekmeğine yağ sürdürecek türden kadın sırları. Yani genel itibariyle ele alındığında farklı yapımları hatırlatan bir kombinasyon burada da tekmil mevcut. Anlayacağınız ‘Yeni Hayat’, dizilerin klişelerle ve abartılarla yaratılan, hep kullanılan eski yolu kendine rehber edinmiş ekran yolculuğunda… Ki, bu da hiç hoş olmamış!
Öte yandan bu tarz detayların yine ve yeniden önümüze sürülmesi, beklentisini yüksek tutanlar için sorun teşkil eder etmesine de... ‘Yeni Hayat’ın sorunu başka. Dağlarda teröristlerle mücadele eden özel kuvvetlere selam vererek ve erkeklerin kadına yönelik şiddetine müdahale gereğinin altını çizerek açılışını yapan dizinin ayağını asıl çelmeleyen bu olumsuzluklar değil. Nedir peki?
‘Tatlı Küçük Yalancılar’ ve ‘Şeref Meselesi’ gibi uyarlamalarını hayli başarılı bulduğum Elif Usman’ın hikâye ve senaryo sorumluluğunu üstlendiği ‘Yeni Hayat’ın beklenenin gerisinde kalmasına sebep olan yanlışları dört başlık altında kısaca yorumlayarak verelim cevabı.
ÇARPIK İLİŞKİYİ ‘TUTKULU AŞK’ DİYE ALKIŞLATMA MERAKI
İnsanları anlamak mı zor yoksa benim anlayışım mı kıt? Bilemiyorum. Ancak günlük hayatta söylemlerle eylemlerin çelişmesi ve duruma göre tavır takınmalardan doğan ikilemler de ayan beyan ortada.
Bir yandan Güldür Güldür Show’da ‘Cumhuriyet’ kelimesi biplenir; tüm hikâyesi büyülü iksirlerden-sihirden ibaret olan Harry Potter filmindeki ‘Büyü’ kelimesi sansürlenir… Bir yandan da özünde küfür olan ‘Ulan’ kelimesi diyaloglarının bir parçası olarak, havada uçuşur; kaba kuvvete övgü dizilerek topluma şiddet empoze edilir.
Aynı ikilem durumu ahlâk-aile-aşk anlayışı için de geçerli. Yabancı dizilerin aile ve ahlâk bozuculuğu konusunda mangalda kül bırakılmaz ama ne hikmetse yerli yapımlarda mutlak surette evli erkekler ve kadınların yasak meyvelere el uzatışı dayatılıp ‘Aşk’ ile mubahlaştırılır.
Nasıl ki, ‘Yeni Hayat’ da bu ikilem mantığı üstüne kurulu. Dizinin içeriği, evli ve çocuklu bir aile babasını evli bir kadınla cumburlop ilişkinin kucağına atma hevesinde… Adını da ‘tutkulu aşk’ koyarak. Peki, bunun gerekçesi ne? Dizinin akışındaki gerekçe, tehdit mektupları yollayan kişi olduğunu ilk andan anladığım ve sahnelerinden hiç hoşlanmadığımı sosyal medyadan paylaştığım Yasemin karakterinin dümenini kolaylaştırma taktiği!
Ondan sonra gelsin buğulu bakışmalar, romantik sahneler ve mucuk mucuklarla yaşanan tutkulu aşk halleri. Yani Yasemin paçasını kurtarmak için yakınlaşacak Adem’le, sonra bir bakacak aşkın dibine vurmuş kendi de. İhanete uğrayan eşler de ‘Tu kaka’ yapılacak bu arada. Senaryo bu!
İyi güzel de… Çocuk kaçırıcılığından terfi ederek adam kaçırmada patronlaşan Nebil Sayın’ın şiveli ‘Kunduz’ karakterinin ‘Korumanı kendine âşık et’ taktiğinden önce kilerdeki çelik yelek anlamsızlığıyla yaratılan tabloya ne demeli? Yasemin’in adeta üstüne abanırcasına yeleği giydirmeye çalışan Adem’in bakışları, tavırları neydi öyle? Geri kafalı değiliz ama… Evli bir adama-kadına yakışan türden olmadığı kesin böylesi yakınlaşmanın.
Diyeceğim o ki; İki lafın başı Adem’in evliliğini vurgulayarak sözüm ona kendine öz eleştiri getiren ‘Yeni Hayat’ın tüm olayı, Serkan Çayoğlu romantizmini ve öpüşme sahnelerini dört gözle bekleyenlerin ‘tutkulu aşk’ merakını tatmine yönelik. Kimse kusura bakmasın ama oyuncunun performansı, fiziksel tablosu bir yana… Adem’in Yasemin’le yaşayacağı aşkın ahlâkla-aile bütünlüğüyle bağdaşmayan türden oluşu bir yana. Görünen aksaklıkları dillendirmemek bize göre değil. Dizide de olsa kendisini seven kadını boynuzlayan erkeği ve çarpık ilişkiyi ‘tutkulu aşk’ diye alkışlama merakıysa hiç yok bizde. Meraklılara hayırlı olsun.
PARA-DAYAK DENKLEMİNDEKİ BASİT KADIN ŞEYTANLIĞI
‘Yeni Hayat’ın tadını kaçıran olumsuzlukları sayarken, buzdağı misali bir duruşla karşımıza çıkartılan mimik fakiri Yasemin’in kadın tablosundaki sakilliği es geçmek olur mu? Olmaz.
Sözde kocasının gece dövüp gündüz kahvaltıya götürdüğü, hediyeler aldığı Yasemin için mağdur kadın tablosu çizilmeye çalışılmış ama nafile. Kendinden büyük bir adamın ilk karısının öldürüldüğü gerçeğini bile bile evlenen Yasemin’in asıl amacının refah içinde yaşamak olduğu aşikâr. Arada kaçıp gitmiş ve kocası tarafından bulunup getirilmiş olduğu yönünde söylem verilse bile, kadının en baştaki hedefinin zengin hayatı sürmek olduğu inkâr edilemez.
Dayak olayına gelince… Bu yolla da duygu sömürüsü yapılamaz. Çünkü kadın rahatça dışarı çıkıyor. Bu durumda gidip şikâyette bulunabilir, boşanma başvurusu yapabilirdi. Pek öyle müthiş bir sevgi gösterisi yapmayan, aksine eski karısının resmiyle dertleşerek bağlılığının kime olduğunu netleştiren adam da medyanın dikkatini çekmemek için boşanırdı.
Oysa mağdur ayaklarına yatmaya çalışan Yasemin Hanım, vakıf başkanlığı yapıp ortalıkta havalı havalı gezmeyi tercih etmiş. Dahası seneler boyu şiddet mağduru olarak süren birliktelikten zarar görmüş bir görüntüsü de yoktu pek. Ayrıca kocasına-üvey kızına karşı dik dik konuşup kafa tutmasını… Kapkaçtan, sahte kimliğe; şantaj planı yapmaktan evden kaçmak için şoförü kullanmasına türlü türlü dolapçılığını da izledik.
Velhasıl; Yasemin için çizilmeye çalışılan imajı, aklı ve mantığı olan yemez. Bekir’in ‘Dünyanın en güzel kadını’ abartısıyla dillendirdiği Yasemin’e bakıp acınmak ve onun plancılığını veya Adem’le yaşayacağı yasak ilişkiyi normalleştirmek de imkânsız. Hele karakterin baştan kendini belli eden bu tablosuna bakıp ondan hoşlanmak ve romantik etkileşim almak tümden zor. Yasemin, olsa olsa para-dayak denklemindeki basit kadın şeytanlığının yansımasından ibaret kalır! Bu da dişe dokunur kadın karakter bekleyenlerin dişinin kovuğuna bile gitmez.
ERKEĞİ AKLAMAK İÇİN EVLİLİĞE KARA ÇALMAK
Birbirlerini kopyalarcasına ya da tek kalemden çıkarcasına yaratılan senaryoların geliştirdiği modalardan biri, evli erkekleri çekici kadınların peşinden koşturarak aşk geliştirmekse bir diğeri de, bu aşkları ahlâkla bağdaştırıp kabul edilebilir kılmak için evliliklerine kara çalmak! Yani erkeğin zamparalığını aşkla meşrulaştırmaya çalışanlar bu süreçte adamın karısını da ya anlayışsız-hırçın-takıntılı karakter moduna sokuyorlar… Ya da kadının geçmişini lekeleyip sır düzmecesi yaratarak kocaya yalan söyleyen, evliliğe zarar veren kadın kıvamına getiriyorlar.
Bunun için de en kolay formül ‘çocuğun başkasının olması’. Eee… Tabii canım ya… Kadın, çocuğunu başkasından peydahlamışsa-tüp bebek yaptırmışsa-almışsa ve kocasına ‘Senin’ diye yutturmuşsa namus abidesi(!) erkekler için bundan iyi aklanma aracı olabilir mi? Madem kadın bir hata yapmış(ki, bu hata erkeğini mutlu etmek için de olabilir) hemen yeni bir kadının koynuna atlayarak vereceksin cezasını. Neyse bu konuda çok daha fazla yazmayayım. Sinirim tepeme çıkıyor, gerçek hayata yönelik algı yaratan bu kurgusal mazeretler karşısında.
Hal böyleyken gayet tatlı, sevgi dolu, sahici ve sıcak bir eş-anne olarak Nilperi Şahinkaya’nın başarılı oyunculuğuyla bize sunulan Nevin karakteri de ‘Yeni Hayat’ın erkeği aklamak için evliliğe kara çalma mantığının hedefi durumunda. Bölümler ilerledikçe Adem-Yasemin çiftini parlatma heveslilerini tatmin uğruna bu minnoş Nevin canavara dönüştürülürse şaşmayalım.
AKSİYONDA VE İÇERİKTE MANTIĞI AKSATMAK
Eskiden sinemalara müşteri çekmek için ‘Aşk, dram, vahşet, dehşet, intikam… Tekmili bu filmde’ gibisinden bir çığırtkanlık sergilenirmiş. Günümüz yerli dizilerinde de aynı havanın hâkim olduğunu söyleyebiliriz rahatlıkla. Şöyle sağlam bir ana tema çerçevesinde kurgu geliştirmek yerine her telden çalan ve ağırlığını aşk karmaşasının derinliksizliğindeki işler konuyor önümüze genelde. Böyle olunca da basite indirgenip üstünde çok düşünülmeyen aksiyonun ve içeriğin mantığı aksatılıyor. Tıpkı ‘Yeni Hayat’ta olduğu gibi!
Dizinin ilk bölümünde gözümüze çarpan örnekler üstünden bu aksaklığa dikkat çekecek olursak… Öncelikli tespitimiz Adem’in yakın korumalığına yönelik olacak. Metrodaki dikkati ve keskin gözlemciliği sayesinde bir kadının hayatını kurtaran Adem (Özel kuvvet kimliği olmasa adamı dövmekten suçlu bulunma ihtimali de vardı tabii), Timur Bey’in yalısındaki güvenlik zafiyetlerini de bir çırpıda tespit ederek ‘Bodyguard’ çapını koydu ortaya. Gerçi uzun zamandır iş arayıp da bulamayan birine göre oldukça burnu havada bir tavırla konuşup babalandı Timur Bey’e ama bu sahnelerde mantık çoğunlukla iyiydi. Lakin koruma görevine başladıktan sonra beklentimiz yavaş yavaş sönerken mantık işi de rayından çıktı.
Misal, Yasemin’in şeytanca planla düzenlediği kapkaç olayında Adem’in, ölüm tehdidi aldığı için koruduğu kadını uluorta korumasız bırakıp motorlu kapkaççıların peşine düşmesinde mantıktan eser yoktu. Yani bu durumda Adem, çantayı Yasemin’den daha değerli gördü. Bunun kendisine yönelik bir deneme olduğunu düşünmüş olsa dahi (Gerçi oyunu kapkaççıları yakaladıktan sonra anladığını da söyledi açık açık), deneyimli bir bordo berelinin tehditçilerin kadına zarar verme ihtimalini boşlamaması gerekirdi her şekilde. Gel gör ki Adem, kendisine teslim edilen evi de gece vakti aynı tedbirsizlikle boşlayıp Yasemin’i bir başına bırakarak maskeli adamın peşinden koşturdu. Mantıksal alışkanlık işte.
Keza Yasemin’in talimatıyla önden yürümesi de aksiyon amatörlüğü olarak yansıdı bize. Tek koruma olduğunda hangi profesyonel bu hatayı yapar ki? Hele kahvaltı için gidilen ortamda yaşananlar aksiyon mantığının, aşk kıvılcımı yaratma kaygısıyla, sulandırılmış halinden öte bir şey değildi. Dışarıdan mekân taranırken Yasemin’i alıp depoya götüren Adem’in bir çırpıda soyunup Yasemin’e çelik yelek giydirme telaşına kapılması neydi öyle derseniz…
Maksat; Adem ile Yasemin’i birbirine yapıştırıp sözde romantizm yaratmak olunca… Adem de, sanki daha önce kadın hep çelik yelekle dolaşıyormuş ve tetikçi, kadının başını hedef alamazmış gibi böyle bir gayretkeşliğe düşüverdi işte. Şaşırmamak lazım. Zaten bu aksiyon işinin devamı da aşka kayarak ilerleyeceğinden daha nice mantıksızlık sergilenecektir.
Öte yandan içerikte de mantık sorunu gözlemledik. Mesela Nevin gibi gerçekçi kadın karakter olup İpek Filiz Yazıcı tarafından sunulan Gökçe ile Yasemin’in arasında yaşanan tartışmanın ve buradan gelişen sözde dayak olayının suniliği! Burada cici annenin lüzumsuzca ‘Terbiyesiz’ yükselmesi içeriğin mantık eksisi olarak yansıdı bize. Timur kanadında da bir havada kalmışlık vardı ayrıca. Silah kaçakçılığı dümeni çevirecek kadar güçlü bir adamın öldüğü söylenen karısının faillerini nasıl olup da bulamadığı sorusunu akıllara takan içerikte mafyatik Timur Karatan’ın Yasemin’in çevirdiği dolaplardan haberdar olmaması, Agâh Karaçay’ın saflığını hatırlattı ilk etapta. Tayanç Ayaydın’ın Timur’u ile Fikret Kuşkan’ın Agâh’ı arasında kıyaslama yaptığımızda hangisinin ‘saf koca-toleranslı baba’ figürü olmada ağır basacağını göreceğiz.
SONUÇTA; Hayatın sınavlarla dolu olduğunu söyleyip karakterlerini de aşkla, sırlarla, yalanlarla ve ihanetle sınanarak gerçek benliklerini bulacakları bir sürecin içine sokan ‘Yeni Hayat’, iyi başlangıcına karşılık devamını aynı tatta getiremeyen… Sürprizlere yer vermeyecek biçimde ilk bölümden hikâyesinin püf noktalarını ve karakterlerinin özelliğini açık ederek merak duygusunu körelten işler kategorisinden ekrandaki yerini aldı. Gelen reyting sonuçları da bu tatsızlığın ispatı oldu zaten.
İlerleyen bölümlerde bu rüzgâr yön değiştirir, dizinin çekiciliği yükselir mi? Şayet ‘tutkulu aşk’ takıntısında ters köşe yaratılırsa… Nevin, yozluktan oluşturulmaya çalışılan aşka kurban edilmezse… Adem’in evliliği olması gerektiği biçimde korunur ve bu aileyi Nevin’in geçmişteki sır olayından ötürü bozmak yerine, daha farklı bir gidişatla sürpriz gelişim ortaya çıkartılırsa… Karakterlerin ve olayların arka planları daha güçlendirilirse… Neden olmasın?
Neticede fan gücüyle gemiyi yürütmek de bir yere kadar. Asıl güç, içerik gelişimi ve karakter sağlamlığıyla elde edilir. Hadi bakalım… Bir kez de eski yolda ilerlemekten vazgeçin, rutini kırıp şaşırtın bizi. ‘Yeni Hayat’ta gerçek yenilikçilik görmek dileğiyle… Bol şans.
Anibal GÜLEROĞLU