‘Gelen, gideni aratır’ atasözümüzün gölgesinde yeni bir yıl daha başladı hayatımızda. Neler getirecek, neler götürecek hep birlikte göreceğiz ömrümüz yettiğince. Temennimiz, tüm olumsuzlukların son bulması ve güzel yeniliklerin ortaya çıkması. Lakin her temenninin yerine gelmediği de malum.
Zira iyiliklerin gerçekleşmesi, çoğunlukla yaratıcılık ve yenilik algısına bağlı olduğundan, umutla bel bağlanan yenilerin hayal kırıklığına uğratması her daim ihtimal dâhilinde. Hal böyleyken hangi alanda olursa olsun ortaya çıkan yeniliklere karşı temkinli yaklaşmak kaçınılmaz.
Nitekim yeni yılın ilk anlarından itibaren bu durumun örnekleriyle karşılaştık. Yaratıcılığa sahip olmayan dayatmacı yenilikler peş peşe gündemde yer alıp sabırları zorlarken, sezon kavramını anlamsızlaştıran biçimde sürekli yeni yapımları izleyiciyle buluşturup eskinin tadını yok eden ekranlarda da benzeri hayal kırıklıkları gelişti. Yenilikçiliğe soyunurken kendi adımlarıyla yol almak yerine başkalarının izinden yürümeyi tercih edenler beklentileri boşa çıkarttı. Dolayısıyla varlıkları da kısa sürede kritik hale geldi. Bunlar hangi diziler derseniz…
Misal… Kaliteli isimlerin yer aldığı kadrosuyla ekrandaki komedi boşluğunu doldurması beklenirken, mizah yavanlığı ve klişeliğiyle güldürmekten uzak bir tablo sergileyen ‘İyi Aile Babası’! Pamuk Ailesi’nin maceraları ilgi çekmeyince, senaryosu Birol Güven’e teslim edilerek ‘Babam Çok Değişti’ şeklinde yenilenmeye gidilse bile, durumunda bir değişiklik olmadı. Yaratıcılıktan yoksun gelişen bu yenilik, yine bir hüsran olarak yansıdı diziye ve tabi izleyiciye.
Keza ‘Akrep’ dizisi de, yaratıcılıktan yoksun varlığıyla hüsran yaratıp durumu kritikleşen yenilerden. Total’de ilk 10’a girememekle birlikte AB’de dördüncülükten yarışa katılan yapım, ‘kadının kadına kötülüğü’ klişesinin üstüne yatarak yenilik yaratmaya çalışmıştı. Üstelik bunu yaparken de, 2017 yılında ekrana gelen ve kendisi de Kore’den uyarlama olan ‘‘Cennet’in Gözyaşları’’ dizisiyle paralel bir mantık izlemişti.
Yani anne-kız ikilemlerinde bir anlamda uyarlamanın uyarlaması moduna düşen ‘Akrep’te yenilik adına yaratıcılıktan eser yoktu. Dahası, mantığı da pek umursamayan içeriği, hiç ilerleme kaydetmeyen ve içi boş söylemlerle uzatılmaya çalışılan bir tempoya sahipti. Bu tabloyla rakiplerine karşı ne kadar dayanabilirdi? Çok zor olduğu aşikâr. Nitekim senenin ilk günü ekranda yerini alan ‘Son Yaz’ın ikinci bölümdeki sıçrayışına karşı daha da gerileyen ‘Akrep’in düşen reytingleri bu zorluğun ispatı!
Ve ATV ekranında fantastik dizi havası estirme umudunu boşa çıkartan ‘Akıncı’… Gerçek şu ki, diğer hüsranlarla kıyaslandığında, yaratıcılıktan uzak yenilik ortaya çıkartma mantığının kofluğunu bir kez daha ispatlayanların başını ‘Akıncı’ çekmekte. Çünkü reyting durumundan ziyade yapım mantığıyla yeni yılın büyük hüsranı konumunda! Kısaca değerlendirmesini yaparak konuya değinelim hemen.
TAŞIMA MANTIKLA ‘AKINCI’ OLUNMAZ!
Takipçilerini üzecek ve kızdıracak biçimde ‘Hercai’yi yerinden edip Pazar akışına göndererek ekrana çıkan ‘Akıncı’ dizisini değerlendirirken söyleyeceğim ilk söz, gerek kahramanı gerekse içeriğiyle özgünlükten hayli uzak olduğu! Zira yapılan tanıtımlarına göre, kökleri Osmanlı’ya uzanan ve İstanbul’u koruma görevini üstlenen modern bir süper kahramanın günümüzdeki maceralarının anlatılacağını umduğumuz dizi, ortaya koyduğu tabloyla tam anlamıyla ‘Taşıma suyla değirmen dönmez’ sözünü hatırlattı bize.
Ne yalan söyleyeyim, dizi henüz yayınlanmadan ‘Akıncı’ya dair umudum vardı. Kadrosuna ve yapımcısına bakıp ‘Tarihi dizilerin ardından kayda değer yerli fantastik yapım görme arzumu bu dizi karşılar mı’ diye bekleyişteydim. Mevcut işlerden farklı bir içerik ve aksiyon sunmaya müsait olduğunu düşünüyordum. Lakin bekleyişim hüsrana dönüştü.
Doğruya doğru… Fatih Sultan Mehmet Han’ın Turhan oğlu Ömer Bey’e Fetih suresi yazılı kılıcı teslim edip İstanbul’u koruma görevini Akıncı Beylere vermesi söylemiyle yapılan açılış da ümit vericiydi. İstanbul’da bulunan Amerikan gemisine ve şehirdeki suç örgütlerine savaş açan Akıncı’ya dair habercilik eşliğinde ‘Çukur’ misali sokaklarda hoplayıp zıplayan gençlerin duvar yazısıyla kahramanının tanıtımını yaparak başlayan dizinin ilk sahnelerinde de ciddi bir sorun yoktu.
Fatih’in aile ortamını ve öğretmenlik vasfını gördük. Ardından ailesiyle ilgili gerçekleri ortaya çıkartma isteğiyle, annesinin ölümünün ardından babasıyla birlikte olan Aylin’e posta koyan Nergis ve babası İmparator Cevdet’in tanıtımı ufak ufak yapıldı. Buraya kadar normal görünüyordu her şey. Çekimler ve mekânlar gayet iyiydi. Oyuncular da öyle.
Ancak Fatih’in, yedek kaskı olmadığı için öğretmen arkadaşını motora bindirmeyip eve kadar motoru iterek ona eşlik etmesi, tatbikat için ‘Kibrin kül olduğu yangının başkenti’ diye büyük sözlerle anılan İstanbul’daki Amerikan konvoyunun silah teslimatı yapma aksiyonundaki mantıktan itibaren aksaklıklar başladı. Hele de Hisarların tepesinden İstanbul’u seyredip ‘Ben NATO üyesi değilim’ diyen ‘Akıncı’ tablosu beklentimi iyice dibe çekti.
O nasıl bir çatışma sahnesiydi öyle? Kameramanın uyarısına rağmen çatışma ortamına dalan Nergis’in günümüzde örneği görülmeyen habercilik mantığı bir yana… Ağaca yürüyerek tırmanıp havada spin atarak NATO askerlerine ateş eden ve onca askerin mermilerinden kurtulmayı başarması yetmiyormuş gibi, çelik yelekli askerleri sapır sapır öldürmeyi beceren ‘Akıncı’nın müthiş performansı, ikinci sezondan itibaren raydan çıkan ‘Kertenkele’deki Akıncı abartısını hatırlattı bana.
Sadece donanımı daha iyiydi o kadar. ‘Kertenkele’nin komedi dizisi olarak başladığı gerçeğinde, kahramanlık mantığı tıpatıp aynıydı. Yani düşmanı küçümseyip kendini aşırı yüceltme eğilimi… Ki, bu yaklaşımı düşmana tepeden bakıp adeta aptal yerine koyma alışkanlığındaki Amerikan kahramanlık filmlerinde de bolca izliyoruz zaten! Yerlisine ne gerek? Hem insan eleştirdiklerinin kahramanlığına özenir mi? O da ayrı bir konu.
Tüm bunların ötesinde, dizideki bu sürecin gerçekçi olmadığını da vurgulamak lazım. Günümüz şartlarında hangi televizyoncu hayatını tehlikeye atıp böyle bir çekim yapmaya cesaret edebilir? Hadi eden çıktı diyelim, NATO’yu da ilgilendiren ve terör saldırısı olarak algılanabilecek bu görüntüleri yetkililerden onay almadan yayınlama cesareti gösteren kanal bulunur mu? Neyse… Bu da apayrı bir konu.
Nihayetinde ‘Akıncı’nın mantığı sorgulatan bu detayların yanı sıra asıl üstünde durulması gereken olumsuzluğa gelecek olursak… İşte tam da bu noktada, yaratıcılık ortaya koymadan yenilik yapmaya kalkışma, yani ‘Taşıma mantıkla Akıncı olma’ niyeti çıkıyor ortaya.
Bu niyetin belirteçleri neler? Fatih’in İstanbul’u koruma görevini, Osmanlı soyundan gelen ve Akıncı Beyi olan babasının şehit düşmesinin ardından devralması… Yıllardır kimliğini ortaya çıkartmak için peşinde olan haberci kız Nergis’in varlığı… Üniversiteden mezun olduğunda karşısına baba arkadaşı olarak çıkıp kendisini eğiten Orhan… Gizli merkezin ve kahraman kostümünün görselliği… Bunlar ‘biraz oradan, biraz buradan toplama’ haline getirmiş işi.
Konuyu daha açarsak… Öncelikle ‘Akıncı’nın öykü temelinde, Netflix yapımı olan ‘Hakan: Muhafız’ dizisinin İstanbul muhafızlığı yer almakta. Ancak buradaki kahramanlık, oradakinden daha fazla özünden sapmış halde. Bir kere adı ‘Akıncı’ olsa dahi, kahramanında ve senaryosunda tarihimizde yer alan Akıncı ruhundan eser yok! Bu ruhu yansıtmak için öyle Fatih’in türbesini ziyaret etme sahnesi de yeterli olmuyor maalesef. Özüyle sözü bir olmalı.
Gel gör ki, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşlarında ön saflarda yer alıp düşmanın moralini bozmak amacıyla şok baskınlar düzenleyen Akıncılardan ziyade Amerikan ruhu sarmış, karakteri ve içeriği. Tarih öğretmeni kimliğiyle akıllı uslu aile çocuğu olarak duran Fatih’in Clark Kent havasını solutması ve ‘Superman’in kimliğini açık etmek için koşturan gazeteci Loise Lane konumundaki Nergis’in çokça benzeşen varlığı da bunun kanıtı zaten.
Dolayısıyla burada, ‘Kertenkele’deki komedi yönü ağır basan ‘Akıncı’dan ilhamla yola çıkan… ‘Superman’ mantığının ‘Hakan: Muhafız’a adapte edilmesiyle yaratılmış bir karakter ve senaryo mantığıyla karşı karşıyayız. Bunlar da dizinin özgünlüğünü sıfırlıyor.
Dahası… Söylem zorlaması, eylem abartısı ve mesaj dayatma kaygısına o denli ağırlık verilmiş ki dizide, ‘Akıncı’nın kahramanlığı algı kurbanı haline getirilmiş; fantastik dizi yaratma arzusu da arka plana atılmış sanki. Bu zorlamadan gelişen yapaylık hali tüm olası başarıyı silip süpürüyor haliyle. ‘Akıncı’nın görselliğinden aksiyonuna ve söylemine damgasını vuran bu şekillendirme mantığı o denli hâkim oluyor ki sahnelere, şehir hatları vapuruna düzenlenen terör eylemi ya da Lucas ve adamlarının Riva’dan sınırdaki operasyona yollanacak birliğe pusu kurma olayı vs. gibi durumlarda olayın ciddiyeti iyice darbe alıyor. Yazık.
İlk bölümün ardından sürekli ekranda tutularak ilgi çekmeye niyetlenirken, izleyicide ekstra bezginlik yaratan ‘Akıncı’ zaman içinde düzelip özgünleşir ve hüsran durumunu bozar mı? Bu saatten sonra mümkün mü böyle bir şey? Bilemem.
SONUÇTA DİYECEĞİM O Kİ; ‘Akıncı’, yaratıcılığa sahip özgün süper kahraman figürüyle ekranlarımıza başarılı bir fantastik örnek kazandırabilecek potansiyele sahipken, dayatmacı ve kopyacı mantıkla bu şansı kendi elleriyle yok etmiş bir iş niteliğinde.
‘‘Yaratıcılık’, yeni şeyler düşünmek; ‘Yenilik’, yeni şeyler yapmaktır’’ diyor ya Steven Levitt… Biz de, yeni şeyler düşünüp yaratıcılık ortaya koymak yerine, zaten var olan eskilerden alıntılarla yeni şeyler yapmanın… Kof-klişe olay örgüleriyle algı yaratmaya çalışmanın kurgu dünyasında artık pek tutmadığını vurgulayıp ‘Taşıma mantıkla Akıncı olmaz’ diyerek koyuyoruz noktayı.
Yeni yılın büyük hüsranından ders alınması temennisiyle…