‘Yıldızlar Şahidim’ diyebildik mi?
Yıldızlar… Karanlık gökyüzünün derinliğinde parlayan erişilmez noktalar. Romantizme meraklı olanların duygularını güçlendiren bu enerji kaynaklarını böylesine çekici kılan erişilmezliktir kuşkusuz. Bundan dolayı kendi alanlarında ulaşılmaz noktalara varanları tanımlamak için yıldız sıfatı layık görülür. Ne var ki, gökteki yıldızların yüceliğine karşın yeryüzündeki yıldızlığın hayli ayağa düştüğü de bir gerçek. Özellikle insanlık noktasında tüm değerlerin yok sayıldığı, at izinin it izine karıştığı günümüz dünyasında ‘yıldız’ mertebesine layık görülenlerin haddi hesabı yok. Hani eskimiş ayların kırpılıp kırpılıp yıldız yapılması gibi, birilerinin allayıp pullaması sayesinde ortalık süperinden megasına yıldızdan geçilmez durumda. Tabii bunca sözde yıldız arasında gerçekten yıldızlığı hak edenlerin kaynayıp gitme riski kaçınılmaz. Daha vahim olanı, asıl yıldızlar göz ardı edilirken yıldızlığın gerektirdiği vasıfları taşımayanların, olanca çapsızlıklarıyla zirvelere kurulması! Ağzı olanın konuştuğu gibi, gördükleri destek sayesinde ‘yıldızım’ diye geçinenlere bakıp içimiz acıyor ama şaşırmıyoruz. Zira kalitenin dışındaki unsurlarla işlerin yürütüldüğü yerde motivasyonları kabullenme alışkanlığı öylesine yaygın ki görülmesi gerekenler değil, işe gelen görülmekte. Malı da onlar götürmekte.
‘Ben sana yıIdızIarı gösterdim, ama sen sadece parmağımın ucunu gördün’ der, bir Afrika atasözü… Değer bilmezlerin sergilediği duyarsızlık ve haksızlıklar sayesinde bu sözü sıkça hatırlıyoruz. Nitekim Star’ın yeni dizisi ‘Yıldızlar Şahidim’in ilk bölümüne yönelik algı tam da bu şekilde gerçekleşti. Özellikle total gruptaki sıralaması, Japon askeri gibi televizyon dünyasında yerini alan diziler içinde yıldız olanların fark edilememe riskinin giderek arttığını koydu ortaya. Hal böyle olunca da ‘Yıldızlar Şahidim’ diyenlerin emeği, ilk bölüm itibariyle hakkını tam bulamadı. Ancak hemen karalama söylemlerine prim verip enseyi karartmamak gerek. En karanlık gecede bile bir yıldızın görülebileceği gerçeğinde ‘Yıldızlar Şahidim’i görenler de gittikçe çoğalacaktır. Bunun için dizinin de artılarını iyi kullanması, eksilerini düzeltmesi şart. Biz de bu meyanda yapıma yorum getirelim dedik.
YILDIZLAR ŞAHİDİM’İ FARKLI KILANLAR
‘Yeni dizilerde ışık var mı’ diyerek ekrana gelecek yapımları irdelediğim yazımda ‘Yıldızlar Şahidim’in gücünün starları olduğunu vurgulamış ‘‘Gerçekçi performanslarıyla izleyiciyi bağlama gücüne sahip starları toplayan ve favorim olan ‘Yıldızlar Şahidim’in yıldızlaşmasına şahit olmamız kuvvetle muhtemel’’ demiştim. Diziyi izleyince starlık açısından yanılmadığımı gördüm. Canan Ergüder ile Mesut Akusta hakikaten mükemmel bir ikili oluşturmuşlar.
Rollerini, oynamayıp yaşayan Canan Ergüder, Zeynep karakterinde yine döktürmüş. ‘Bana yaptıklarını herkes duyacak, seni Allah bile affetmeyecek’ diyerek Fikret’in rüyalarına giren Zeyno’nun annelik halinden ‘Bir şey mi dedin cicim’ diyen külhan tavırlarına… Canan Ergüder’i izlemek büyük zevk. Duygusallıkla çılgınlığı buluşturan bu karakterin eski kocasıyla rekabette sergileyeceği tavırlar eminim zevkimizi daha da artıracaktır.
Aynı şekilde ekrana yeni bir Kendal kazandıracakmış izlenimini uyandıran Mesut Akusta da Fikret karakterinin hakkını vermiş. Üstelik sadece kadına ‘Desturrr…’ diye çıkışmayla veya iş ortamında galip gelmek için çevirdiği dolapçılıkla değil aynı zamanda aşk dolu yönüyle de komple bir karakter çizmiş bize. Yani Fikret, Kendal’dan miras gelen hoyratlık izleri taşımakla birlikte sevginin yumuşaklığını da bünyesinde barındırmakta. Dolayısıyla, Canan Ergüder’in performansıyla karakter geçişleri güçlenen, Zeyo ile dişe diş mücadelede tam isabet.
Öte yandan ‘Hayallerini yaşamak isteyenler için hayallerin bedeli vardır’ diyerek gösteri ve sanat dünyasındaki özverili çalışma temposunu anlatmaya koyulan diziyi farklı kılan sadece oyuncuları değil tabii. Pınar Bulut imzalı senaryonun yöneldiği konu da, mesajcılık adına güzel. Daha önce televizyon dünyasının içyüzünü işleyen yapımlar çıkmıştı karşımıza. Şimdi de sanatçıların ve onların görünenin ötesindeki yaşamlarının masaya yatırıldığı bir iş var ekranda. Magazincilerin özel yaşamlara nasıl müdahil olduklarını, haber amacıyla ünlüleri nasıl taciz ettiklerini, her durumdan kendilerine pay çıkartma alışkanlığını sonu kazaya varan olaylarda bile gösterdiklerini yansıtan senaryo, sanatçıların kişisel yaşamlarıyla değil yaptıkları işlerle değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmekte.
Velhasıl; ‘Yıldızlar Şahidim’in senaryosu Berk Cankat ve Özge Gürel gibi genç isimlerden dolayı abartılarla verilen basit bir romantik komedi dizisi şeklinde algılanmaya müsait olsa dahi içeriği bu kalıbı kıracak türden. Tutucu zihniyetin, müzik ve sahne sanatına yönelik değerlendirmesinin ‘pavyon şarkıcısı olma’ sınırına takılı kaldığını, babası pavyon şarkıcısıyla kaçan Haziran’ın annesi ve dedesi üstünden aktaran dizide ucuz olduğu için gündüz yapılan düğünlerden, müzik piyasasında faaliyet gösterip başa güreşenlerin birbirini kırma taktiklerine… Farklı konulara değinirken gerçekçi dilin hâkim olması da bunun ispatı. Yeter ki, ‘Romantik komedi iş yapar’ kaygısıyla dil değişimine ve kalıplaşmaya gidilmesin.
BERK CANKAT YILDIZ GİBİ PARLADI
‘Yıldızlar Şahidim’de oyuncu gücünün farkından bahsederken Berk Cankat’a ayrı bir başlık açmak istedim. Çünkü buradaki rolünde kendini aşmış durumda. ‘Sana Bir Sır Vereceğim’ dizisindeki Savaş karakteriyle kendini gösteren oyuncu, tiyatrodan gelen sahne hâkimiyetini yansıtmayı bilen isimlerden. Bu özelliği Aras’la iyiden iyiye açığa çıktı. Dışarıdan bakıldığında imrenilen ve ulaşılmak istenen yıldızların iç dünyasındaki çatışmayı gerçekçi biçimde sunan oyuncu, dizinin yıldızlara ait kurgu dünyasında gerçek bir yıldız gibi parladı.
Bunun ötesinde oyuncuyla ilgili asıl altının çizilmesi gereken ayrıntı, sanatçılık algısına katkısı! Sezen Aksu’nun dizi için yarattığı ‘Ortak Hafıza’ isimli parçayı seslendirirken müzik alanındaki yeteneğini de sergileyen Berk Cankat gerek şarkı performansı, gerekse dansıyla öylesine güzel bir tablo yarattı ki, sadece yıldızlaşma yolunda aşama kaydetmekle kalmadı, bir oyuncunun rolünü her açıdan layıkıyla icra etmesinin gereği konusunda da güzel bir örnek teşkil etti. Bu çok önemli bir detay. Zira bir sanatçının komple olma çabası, izleyicisine ve kendisine olan saygının göstergesi. Yabancılar bu açıdan hep özenli davranırken bizde uzun zaman ‘yıldız’ iddiasıyla ortaya çıkıp boy pos salınmanın ötesinde meziyet ortaya koyamayan havalılar işleri kapıyordu. Ancak görünen o ki, Berk Cankat ve oyunculuklarıyla takdir ettiğim genç isimler bu balonları söndürmeye niyetli. Kaliteli roller izlemek adına temennimiz bu.
‘YILDIZLAR ŞAHİDİM’İN EKSİLERİ
Dizi dünyamızın gerçeklerinden biri, rekabetin yoğunluğuysa diğeri de kısa sürede uzun yapımlar üretildiği müddetçe ne kadar özen gösterilirse gösterilsin kusursuzluğa erişmenin imkânsızlığı. Hızlı tempoyla yüzünü gösteren ‘Yıldızlar Şahidim’ de bu imkânsızlık doğrultusunda hatalar barındırmakta. Hataların kökü, içeriğin işlenmesinden kaynaklı…
Şöyle ki; Fikret’in rüyasıyla başlayan akışta bir anlatım telaşı hissedilmekte. Mesela açılış faslının güzelliğine karşı, gecenin bir vakti oğlunu arayıp ‘İstediğinle istediğini yap. Ama sakın ha âşık olma’ nasihatçiliği ilk ağızdan diziyi basitleştiren bir detay. Bu sahne Fikret’in aşkının büyüklüğünü ve hissettiği acıyı vurgulamak adına yaratılmış olsa bile onca yılın deneyimine sahip bir babanın yapacağı türden bir davranış değil. Yani gündüzler torbaya mı girdi de konser arifesinde böylesi bir dayatma yapıyor. Hani mantık?
Karakter tanıtımını, gece gece aşk dersi veren star cephesinden, sabah sabah düğün yapan mahalleye geçerek sürdüren dizide Haziran’ın evindeki düğün telaşı da fazlasıyla gereksizdi. Annenin tavırları… Dedenin ‘Kahvaltı masasında baba bekletilir mi’ despotluğuna karşın yapılmayan kahvaltı… Asuman yağmurlu havada yürürken, Haziran’ın penceresinde parlayan güneş ve karikatürize düğün mekânı… Tüm bunlara bakıp, karakterleri tanımada ve benimsemede esas olan bu süreç daha sağlam işlenemez miydi, diye sorguluyor insan.
Ayrıca Kral Fikret’in iş konusundaki tavırları da bazı yerlerde çocuk oyunu gibi yansıtılmış. Mesela konser fikrine değer vermemesine kızan Aras’ın geçmişe yolculuğuyla Zeyno’nun annelik kanadına pencere açan akışta Fikret’in koştur koştur gittiği rakibi Yavuz’un ofisindeki muhabbetinden bir şey anlamadığımı belirteyim. Geldi bir hışım, ‘Senden bana iş çıkmaz’ diyerek bastı gitti. Zaten Gökhan Atalay’ı yeniden görme fırsatı yaratan Yavuz da bir şey anlamadı ki, tuhaf tuhaf baktı Fiko’nun ardından. Niye geldin, niye gittin? Yavuz’u tanıtmak içinse, hiç olmazsa dişe dokunur bir şeyler söyleseydin. Keza hep aynı yerde oturup yemek yeme alışkanlığına sahip olduklarını düşündüren abla-kardeş Gülçin ile Kürşat da varlıkları havada kalmış biçimde sunuldular. Hele Kürşat’ın ikide bir Fiko’ya geçmişteki olaydan bahsetmesi tam anlamıyla hata! Zira bu şekilde Zeyno’ya yapılmış bir haksızlık olduğu ve bunun arkasında da Fiko’nun bulunduğu ilk bölümden anlatılıp işin merak dozu düşürüldü.
Sonuçta; Anlatım aceleciliğiyle eksilerini oluştursa bile ‘Yıldızlar Şahidim’ farklı bir iş! Elbet bölümler ilerledikçe ‘Yıldızlar Şahidim’ diyebilmenin farkı, fark edilecektir. Biraz daha tanıtım, biraz daha işleniş tutarlılığı ve yerleşik düzene ağırlık koyabilmek için karakterlerin medya aracılığıyla benimsetilmesi fark ediliş yolunda etken olabilir. Bunlara rağmen fark etmemekte direnenlere sözümüz, Ömer Hayyam’dan… ‘KörIer, onu görmese de yıIdızIar vardır’!
Anibal GÜLEROĞLU