Son zamanlarda izlediğim en keyifli yaz yapımı oldu ‘Zeytin Ağacı’… ‘Rakı-balık-Ayvalık’ hafifliğiyle yaz havası estirse dahi ilk etapta kanser illetine ve özel yaşamlardaki duygusal sorunlara odaklı yol alan dizi çabucak sardı beni. Bol renkli yaz klişeleriyle bir tutulamayacağı kesin olan ve peşin hükümlü eleştirileri asla hak etmeyen bu yapımın neresi keyifli derseniz…
En kestirmeden ‘Zeytin ağacı üstünden köklerimizin derinliğine inip geçmişimizle barışık yaşamanın bizi güçlendireceği gerçeğini hissettirme mantığı’ şeklinde cevaplayabilirim bu soruyu.
Hani ‘Kendi köklerine tutunursan, en sert rüzgarların bile seni etkilemediğini görürsün’ demiş ya ünlü guru Osho… İşte dünyada ses getirmekle birlikte bizde kimilerinin ‘Köken aile açılımı’ üstünden hedef tahtasına koyduğu ‘Zeytin Ağacı’ dizisinin aktardıkları tam da bu sözle paralel bir tablo sergilemekte. Bastırılan ya da ötelenen köklerimizin hayatımızdaki önemini hatırlatmakta.
Köklerimiz ve biz… Kopabilir miyiz birbirimizden? Geçmişimizin etkilememesi mümkün mü, bugünümüzü ve geleceğimizi? Köklerini inkâr eden gerçek huzuru bulup özüyle barışık ve kendinden emin adımlarla yürüyebilir mi bu hayatta? Yüzeysel değerlendirmemek kaydıyla bu soruların cevabı elbette ki ‘Hayır’dır.
Nitekim insan varoluşunun özünü ‘Zeytin Ağacı’ metaforuyla sunarken, gücünü köklerinden alıp yükselme enerjisini dillendiren dizi, bizleri atalarımızdan gelen sorunları çözmenin sağlıklı-mutlu yaşamla bütünlük teşkil ettiği bir dengeleme ve şifalandırma derinliğine yönlendirerek, ‘Hayır’ cevabını daha da netleştiriyor. Hal böyleyken ‘Zeytin Ağacı’nın derinliğinde bulduklarımıza bakacak olursak…
‘Geçmişimiz biz hatırlasak da hatırlamasak da bir yerlerde kayıtlı olabilir mi’ sorusuyla kendini belli eden… Ve geçmişimizi, aldığı darbelere rağmen içindeki bilgileri koruyan ‘kara kutu’ya benzeterek her bilginin ortaya çıkmak için en doğru zamanı beklediğini vurgulayan ‘Zeytin Ağacı’, unutsak-unutmaya çalışsak dahi köklerimizde yer eden geçmişimizden kendimizi ayrıştıramayacağımızı ve biz unutsak bile geçmişin bizi etkilemeyi sürdüreceğini dillendirmekte temelde.
Bunlar önemli detaylar. Zira diziye derinlik ve çekicilik katmanın ötesinde, bu söylem, doğrudan gerçek hayatı yani bizleri hedeflemekte.
Şöyle ki; Yeni dünya düzenine ayak uydurmak için çırpınırken duygularını bastırarak yaşamayı alışkanlık edinen günümüz insanı geçmişinden ve ailesel gerçeklerinden daha kopuk durumda. Dayatmalarla şekillenen yaşamda yüzeysel ilişkilerin yer aldığı döngü esaretinde geçmişin yönlendirme gücünü önemsemiyor. Böylece hem kendiyle barışık olamıyor hem de köklerinden kaçma pozisyonuna düşüyor. Dahası yalan dolanın, stresin yoğunluğunda boğulup sağlığından olurken özündeki iyileştirme potansiyelini unutup gidiyor.
İşte senaryosu Nuran Evren Şit’e ait olan ‘Zeytin Ağacı’ bu noktada öne çıkıp ‘Bedensel sağlığın, ruhsal iyiliğin yolu bir noktada kendine dönmekten geçer’ diyerek bu unuttuklarımızı hatırlatıyor bizlere.
‘ZEYTİN AĞACI’NDA NELER VAR?
Kanserle savaşanlara ve bu alanda azimle çalışan doktorlara-bilim insanlarına alkışla konuya girip ilk etaptan Zaman Bey’in şifacılığını sunarak bilimle-iç dünyamızın tedavideki yoldaşlığını hissettiren ‘Zeytin Ağacı’nda çokça detaylandırılmamakla birlikte inceden inceye ele alınmış pek çok konu var.
Dolayısıyla geçmişteki olayların, köklerimizle bağlarımızın bugün yaşadığımız sorunlarla ilişkisine değinen ve bunu yaparken bilimin önemini-tıbbi tedavilerin gerekliliğini belirtmeyi ihmal etmeyen ‘Zeytin Ağacı’nın derinlikli yapısı, keyifli bir seçenek sunmanın yanı sıra farkındalığımıza da sesleniyor diyebiliriz.
Peki… Kanseri nüks eden işkolik Avukat Sevgi’nin… Aldatıldığını bilse de kocası Erdem’den kopamayıp onu kaçırmamak için çırpınan göğüs büyütme derdindeki Leyla’nın… Ve mesleğini tehlikeye düşüren el titremesinden mustarip Operatör Ada’nın öyküsündeki tüm olay bundan mı ibaret? Tabii ki değil.
Kemoterapinin yetersiz kalmasıyla yeni ilaç yöntemlerini denemesi istenen Sevgi’nin Zaman Bey’in açılımlarını alternatif çare olarak değerlendirme kararının ardından Ayvalık’taki huzurlu atmosfere uzanan öykü, görünen sorunların derinliğine inip bizleri aile dizilimi kavramıyla tanıştırırken, bu içsel yolculukta kadın-erkek ilişkilerine yönelik gerçekçi saptamalar de yapmakta.
Misal… Ada’nın kariyerini kendisine tercih etmesine kızıp başkasıyla yatağa giren Selim’in ihaneti anlatma dürüstlüğüne karşılık Erdem’in pervasız aldatma alışkanlığını koyan senaryo Ada’nın ayrılık kararıyla (ki, yerinde bir karar) açık sözlülüğün hata olabileceğini, Leyla’nın tepkisizliğiyle karşı karşıya getirip ihanetin gizlenmesi gerektiğini düşündürüyor. Kadın-erkek ilişkilerinde bir diğer vurgu, ‘çocuk’ olayı! Selim’le evli olsa dahi Toprak’la ilişkisini hep yüreğinde taze tutarak bir bakıma duygusal ihanet sergileyen… Toprak’tan olan hamileliğini sonlandırarak onun babalık hakkını istismar etmekte sakınca görmeyen Ada’nın çocuk isteksizliğinin Selim’le evliliğini etkilemesi ve tek gecelik ilişkinin evliliğini alt üst etmesi de çocuk olayına bağlı mesela.
Keza erkeklerin ‘güçlü-başarılı kadın’ çekincesini, ihanete-kaçışa bağlayarak dillendirip kadınların hayatlarını köklerindeki kadınlarla bağdaştırarak ikili ilişkileri eşeleyen yapımda, Influencer modası ve bu yolla insanları yönlendirme olayındaki basitlik de mevcut. Bunun için sosyal medya düşkünü eğitimsiz Leyla’yı seçen dizi, bu karakteri ‘Aldatılmayı kabul eden kadın’ profilini örneklemede başarıyla kullanmış durumda. ‘Çok seviyorum’ diyerek erkeğin tüm olumsuzluklarını sineye çeken, ailesinden kopan, eğitimini tamamlamayan kadın zavallılığını layıkıyla simgeleyen Leyla’nın yalanlara boğulmuş evliliği gerçekçilik adına mükemmel. Bakımlı fiziğe, seksiliğe ve fantezilere rağmen uçkuru düşük erkeğin elde tutulamayacağının resmi. Karakteri bozuk erkeğe ne yapsan nafile özetle!
Ruhsal iyileşmenin, moral yüksekliğinin fiziksel sağlıkta olumlu etki yaratacağını söylerken asıl tedavinin tıp aracılığıyla sağlanacağını ve hastalıkları iyileştirmede kullanılan ilaçların kesilmesinin hata olacağını açık seçik dillendirerek herhangi bir yanlış yönlendirmeye meydan bırakmama hususundaki özenini ortaya koyan… Böylece hakkındaki yersiz söylemleri dayanaksız bırakan ‘Zeytin Ağacı’ndaki bir diğer detay, günümüzün modası uygulamalardan ‘gerçek sevgili’ bulunamayacağı konusuna değinmesi! Nitekim Ayvalık moraliyle aşk arayışına girip yozluğun dibine vururken yanı başındaki dürüstlüğü göremeyen Sevgi’nin ‘Adam’ seçme süreci, bile bile lades kıvamındaki bu gerçeği aktarıyor izleyiciye.
Ayrıca Fırat Tanış’ın oyunculuğuyla renklenen Zaman Bey’in, Âdem ile Havva’dan türeyen insanlık mantığıyla uyumlu, ‘Tüm insanlar kökünde aynıdır’ felsefesiyle gerçekleştirdiği açılım seanslarıyla, tüm insanlar birbirlerinin hayatlarına dokunup onların köklerine inebilir, düşüncesini doğuran dizide oyuncuların performansları da karakterlerle gayet uyumlu. Kimi yorumların aksine Murat Boz’un Toprak canlandırmasında da hiç sıkıntı yok.
Ve… ‘Zeytin Ağacı’nın verimliliği için köklerinin de sağlıklı olması gerektiğini söyleyen Zaman Bey’in aile mirası zeytinliğiyle, Ada’ya verdiği zeytin tohumuyla, Sevgi’nin diktiği fidanla hunharca kesilen zeytin ağaçlarına gönderme yapan dizide ‘Köken aile açılımı’ üstünden köklerdeki karışıma değinildiğini de belirtelim. Leyla’nın Halit tarafından öldürülerek denize atılan Giritli anneannesi Eleni; Sevgi’nin gerçek babası olup kurşunlanarak ölen Aram derken… Herkesin ailesinde başka etnik kimlikler bulunabileceğini söyleyen yapımda, bunlar saklansa dahi günün birinde ortaya çıkabileceği gerçeği ‘ırkçı’ geçinen kulaklara fısıldanmakta adeta. ‘İnsan’ olmak önemli değil mi nihayetinde?
SONUÇTA; ‘Zeytin Ağacı’ derinliğinde yol göstericilik yatan çok yönlü bir iş! Aile kökenimizden gelen durumların önemini işaret edip bizi Alman psikoterapist Bert Hellinger’in ‘Aile dizimi’ terapisiyle tanıştıran… Köklerimizi görmezden gelirken buralardan kaynaklı sorunların sırtta taşınan yüke dönüştüğü bilincini uyandırıp bizden öncekilerin yükünün ağırlığı altında ezilmek yerine, bunlardan kurtularak hayatımızı doyumla yaşamak adına, ileriye doğru adım atmamız gerektiğini söyleyen yapım, ufak tefek aksaklıklarla da olsa, geçmişin mirası içsel savaşların kişiyi tüketme potansiyelini başarıyla işlemiş.
Hal böyleyken ‘Terapiste gitmekle aynı şey mi köken aile açılımı’ şeklindeki tartışmacı soruların cevabını diziye bırakıp ‘‘Zeytin Ağacı’, ne bir fiyasko ne de bilime hakaret. Aksine gerek içerik mantığı gerekse Ayvalık-Cunda renkliliğiyle keyifle izlenebilecek bir yaz yapımı’’ diyebiliriz rahatlıkla. Gördüğü ilgiye ve finaline bakılırsa devamının geleceği de muhakkak gibi. Bakalım Zaman Bey neler gösterecek!
Anibal GÜLEROĞLU