Anibal Güleroğlu / Medyafaresi.com
‘Şiddet ahlâk seviyesi düşük erkeklere her zaman çekici gelmiştir’ demiş Albert Einstein… Günümüzde sürekli artan olaylar sayesinde bu sözün doğruluğunu derinden hissediyoruz maalesef. En acısı da şiddet mağdurluğunda başı çekenlerin kadın ve çocuklar olması. Ancak kadına-çocuğa yönelik saldırganlığın-tecavüzün ‘iyi hal’ saçmalığıyla masumlaştırıldığı ülkemizde şiddet alışkanlığının bununla sınırlı kalmadığı muhakkak…
Şiddeti, erkekliğin şanından sayıp her durumda başvurulacak ilk yöntem olarak gören maganda zihniyet, caydırıcı ceza olmamasının da verdiği cesaretle, cinsiyet-yaş ayrımı yapmadan ortalıkta cirit atmakta. Sokak ortasında darp edilen kadını korumak isteyen gencin kalbine aldığı bıçak darbeleriyle öldürülmesi, gerçek hayatta en tazesinden bir örnek!
Tabii işin bir de dizi boyutu var… Ki, erkek söylemlerini öne çıkartan yapımların ilgi gördüğü ekranlarımızda kadına şiddet ve tecavüz olguları, öykülerin çıkış noktasında sıkça kullanılan unsurlar olmakta. Bunların dizilere malzeme yapılıp mesajcılık için kullanılması, toplumu bilinçlendirmek adına, güzel bir yaklaşım.
Lakin bu noktada üstünde durulması gereken detay, şiddetin-tecavüzün nasıl yansıtılacağı ve bu çirkinliklerin devamında içeriğin nasıl şekillendirildiği! Zira toplumsal kangrene dönüşen şiddet konusu öylesine hassas ki, kaş yapayım derken göz çıkartma durumunun hâsıl olması işten bile değil. Anlayacağınız her aşamada anlatım dili ve canlandırma özeni şart.
Nitekim ATV’nin yeni dizisi ‘Sen Anlat Karadeniz’ de ilk andan itibaren şiddet-tecavüz ikilisinden malzeme üreterek varlık gösterenler kategorisinden çıktı karşımıza. İzleyicisini yoğun şiddete maruz bırakan yapımın hedefi belliydi ama önemli olan öyküdeki şiddetin temelinin nereye dayandırılacağı ve üstüne nelerin inşa edileceğiydi.
Biz de işaret ettiğimiz gerçekler doğrultusunda dizinin başlangıcını izleyip yorum yapmak için ikinci bölümde neler sunacağını beklemeyi tercih ettik. Dolayısıyla şimdi gönül rahatlığıyla ‘Şiddeti bir de Sen Anlat Karadeniz’ deme vaktidir.
ÇOBAN YILDIZI’NIN KARADENİZ VERSİYONU
Senaryosu, aşkı ve ilişkileri ince eleyip sık dokuyarak işlemede hayli başarılı olan Ayşe Ferda Eryılmaz ve Nehir Erdem’e ait olan ‘Sen Anlat Karadeniz’ için ilk sözümüz, dizinin kendine has yorum zenginliği ve yöresel tadı olmakla birlikte öykünün çıkış noktasında bir süre önce ekranda yer alan ‘Çoban Yıldızı’yla benzeşmesi üzerine olacak.
Zühre ile Seyit’in öyküsünü anlatan ‘Çoban Yıldızı’ da anımsanacağı üzere Zühre’nin babasının para düşkünlüğüyle başlatmıştı, kadına şiddeti ve kız çocuklarının yaşadıkları mağduriyeti. Babası, Fikret Karakaya’nın yanında çalışan Zühre, kendisini görüp beğenen patrona babası tarafından satılmıştı. Adamla birlikte olmak istemeyen ve şiddet gören Zühre’nin kurtarıcısı da Fikret Karakaya’yla iş yapan taş ustası Seyit’ti.
Zühre’nin yaralı vaziyette konaktan kaçıp dükkânına sığınmasıyla başına iş alan Seyit ve ailesi İstanbul yollarına düşmüş, Fikret ve oğlu Zekkar da onları yakalamak için takibe koyulmuştu. Geçmişten gelen sırlar, yan karakterlerle gelişen atraksiyonlar derken, sevenleri kavuşturan bir sonla noktalanmıştı.
Sen Anlat Karadeniz mi, tecavüz ve şiddetin 50 tonu mu?
Şimdi aynı yol haritası ‘Sen Anlat Karadeniz’ cephesinde izlenmekte. Hani ‘Çoban Yıldızı2nın Karadeniz versiyonu desek yeridir. Çünkü burada da Nefes isimli liseli bir kızın 16 yaşındayken istemediği bir adama babası tarafından satılmasıyla gelişen şiddet ve aşk öyküsü mevcut. Vedat Sayar’ın yanında çalışan baba, adamın bir görüşte kafayı taktığı Nefes’i patronuna peşkeş çekmiş… Tıpkı ‘Çoban Yıldızı’ndaki gibi! Tek fark, buradaki baba kurbanı kız, teslim edildiği adam tarafından yıllarca tecavüz ve sapkınlığa varan şiddete maruz kalıyor.
Ayrıca bir de çocuğu var bu zoraki birliktelikten. Sonra kader Tahir’i çıkartıyor karşısına. Onun arabasına saklanıp kaçınca da Vedat’la iş yapan Tahir ve ailesinin başına iş açıyor ‘Çoban Yıldızı’ misali. Tahir, Seyit’leşip Nefes’i korurken hem peşlerindeki Vedat’la mücadele etmek durumunda kalıyor hem de Nehir’in gördüğü şiddeti umursamadan onu Vedat’a teslim etmek isteyen ailesine kafa tutuyor. Nehir de Zühre misali hem Tahir’e yakınlık hissetmekte hem de başına bela getirmemek için çekip gitme derdinde.
Velhasıl; Karakterlerin bozuk şiveleriyle ve yangazların esprileriyle komedi havası estirip Eyşan’ı, Zekkar’ın yerine geçiren ve Karadeniz atmosferine has tatlar sunarak temel öyküyü kendince zenginleştiren ‘Sen Anlat Karadeniz’, anlattığı şiddet hikâyesinde ‘Çoban Yıldızı’nın Karadeniz yansıması kıvamında! Bu da öykünün temelindeki dayanağı ve üzerine inşa edilecekleri bildik kılıp yenilikçilik olayını bir parça ötelemekte. Şimdi bu saptamayı yapmanın ardından gelelim dizinin genelinden yansıyanların yorumuna…
İSTANBUL’DAN KARADENİZ’E ŞİDDET ÇEŞNİSİ
Osman Sınav ve Emre Kabakuşak’ın yönetmenliğini üstlendiği ‘Sen Anlat Karadeniz’in genel itibariyle öne çıkan baş detayı, diğerlerine kıyasla daha cesur bir iş olması! ‘Çoban Yıldızı’yla çakışan bir yol izleyen yapımın cesareti nereden geliyor derseniz… Kadını-çocuğu baskı altında tutmayı amaçlayan hastalıklı erkek zihniyetini ve şiddeti ilk andan itibaren, en yoğunundan izleyicinin gözüne sokmaktan çekinmemesi diziyi bu payeye layık kılmakta!
Yani buradaki şiddet, bu konuya değinen çoğu dizinin yaptığı gibi, laf arasına sıkıştırılarak veya etki gücü düşük eğreti sahneler bazında verilerek işlenmemiş. Aksine tüm çıplaklığıyla dolu dolu konmuş ortaya. Nasıl ki, Nefes’in parmaklarının kırılması, hiç sakınılmadan sunuldu! Ürkütücü ama alabildiğine gerçekçiydi, Vedat’la Nefes arasında yaşananlar. Dahası şiddetin diğer türlerini de gördük ‘Sen Anlat Karadeniz’ derken… Öykünün odak noktası, dehşeti ve çaresizliği yüzünde gösteren Nefes’in esaret ortamıydı ya… İstanbul’dan Karadeniz’e, şiddet çeşnisi sunulmaktaydı aslında.
Sen Anlat Karadeniz 3. yeni bölüm fragmanı: Vedat, Tahir'i vuruyor mu?
Şöyle ki; Karadeniz’in dalgalarına dayanabilmek için Karadeniz gibi asi olmak gerektiği yönünde baba nasihatlerini sıralayıp Karadeniz’in değil de kahpelerin dalgalarına dayanma mücadelesi üstüne mesajcı bir söylemle açılışını yapan dizi, umudun bittiği yerde devreye giren Karadeniz inatçılığını şiir tadında aktardı izleyicisine. Böylece yumuşaklıktan ziyade asiliği ve mücadeleci şiddeti öne çıkartan incelikle kucakladı izleyicisini en baştan.
Devamında, Tahir’in Nefes’i, nefes nefese kurtarma çabası ve iki gün öncesinin şiddet atraksiyonu geldi. Soluk benizliye karşı savaş veren ana-oğlun Kızılderili oyunuyla kurdukları masal âlemini tarumar eden canavarla şiddetin gözü dönmüş halini layıkıyla sergileyen içerik, korkunun, şiddetin ve gözyaşının hâkim olduğu bir sürece sokmuştu bizi hızlıca. Morlukları yapan elini kolunu sallayarak dolaşırken ve ev ahalisi olan bitene kayıtsız kalmayı tercih ederken, yara-berelerini kamufle etmesi ve hiçbir zorbalık yaşamamış gibi davranması istenen Nefes’in İstanbul’daki mağduriyetini en kallavisinden aktaran senaryo, çığlık çığlığa bir gerilim şiddetini sarmıştı başımıza.
İlgi çekiciliği garanti olan bu sahneler karşısında nefret ve gerilim duygularımız iç içe geçmişti haliyle. Zira dizideki gibi yaşamın içinde de insanlar çevrelerinde gerçekleşen şiddete bulaşmamak, şiddet göreni kaderiyle baş başa bırakmaktan yana tavır alıyordu çoğu zaman. Üstelik şiddet uygulayanların cezasız kaldığı da aşikârdı. Neyse ki yaşamın aksine kurtarıcılık geliştirecek bir Karadeniz kanadı vardı da bu hikâyenin, bir parça yumuşadı içine düştüğümüz şiddetli gerilim…
Başlangıç sertliğini yumuşatma sürecinde Karadeniz’e özgü detayları eğlenceli bir dille aktarmak için Asiye-Mustafa cephesini ve kaynananın galip geldiği ev halindeki şenliği seçen senaryo, İstanbul’daki Vedat-Nefes kanadındaki şiddete katık etmişti, Trabzonlu Kaleli ailesinin kum işletmeciliğini. Bu noktada senaryonun iki kesimi sunmada dengeleri çok iyi kurduğunu vurgulamak isterim.
Nitekim iki kanadı bütünleştiren akış, karakterlerini hiç sıkmadan ve kafa karıştırmadan tanıtırken izleyiciye, Tahir’e gelin bulma heveslisi ananın Mercan takıntısında ve Asiye’ye yönelik kaynana şiddetinde siya siya ilerleyerek çeşnisini yaratmaya koyuldu. Karadeniz’in tatlı-sert tablosunu, erkeksi deliliğe övgü dizen mizahla yansıttıktan sonra da Vedat’ın şiddet-korku-mutsuzluk dünyasına daldı en psikopatından.
Sonra bir baktık, Mehmet Ali Nuroğlu’nun inandırıcı oyunculuğuyla gerçeğe dönen şiddetin saplantılı aşka bağlandığı noktada, kadının kurdu kadın olarak Eyşan çıktı ortaya. Mustafa’ya gözünü diken Eyşan, Vedat’ın amcasının kızı olarak hayli yakın davranmaktaydı ya… Suskunlukla ve duyarsızlıkla Nefes’e ‘uslu kadın’ olması yönünde akıl verip her durumda sırıtarak sinir bozan Eyşan’ın varlığı da dizideki şiddet çeşnisinden bir parçaydı sonuçta.
Zorla yürütülen beraberliklerdeki erkek dengesizliğini, zoraki mahpuslukla veren dizinin çeşnisinde çocuğa yönelik şiddete de yer vardı elbet. Yiğit’in babası tarafından tartaklanması bir yana, annesinin maruz kaldığı şiddete şahit oluşu ruhsal şiddetin daniskasıydı. Ancak burada aklımı kurcalayan detay, Yiğit’in neden okula yollanmamış olduğuydu. Tabii bir de sekiz yaşına gelmiş çocuğun yetkililerce neden takibe alınmadığı hususu var!
Yanılmıyorsam otomatik kayıt yapıp çocuğunu yollamayan veliyi cezalandıran e-okul sistemi çıkmıştı yıllar önce… Bunu geçtim, Vedat’ın biricik oğlunu yani varisini cahil bırakması da garip. Pekâlâ da Nefes’i evde tutup oğlunu kendine yakın hale getirebilirdi. Yani Vedat’ın Yiğit cephesinde mantık biraz şaşıyor. Adam komple ruh hastası desek o vakit de Eyşan’a karşı munisliğinde durum karışıyor. Her neyse.
Öte yandan yardımseverliğe soyunan Tahir’in kaba saba tavırlarından da şiddet çıkarımları yapmak mümkün. El kol hareketlerindeki sertlik, ‘Sana fikrin sorulunca söylersin’ tarzı konuşmalar, dizideki şiddet çeşnisini zenginleştiren öğelerden. Nasıl ki Mustafa’nın kendisini köşeye sıkıştırmaya çalışan Eyşan’a cinsiyetçi söylem mantığıyla ‘Hanım, erkek işine karışma’ demesini de gizli erkek şiddeti olarak yorumlayabiliriz.
NETİCEDE; ‘Sen Anlat Karadeniz’, Tahir’le Nefes’in denize atlayıp kurtulmasında ve Vedat’ın takibinde mantığı biraz ötelese dahi, dikkat çekmek istenen konu itibariyle, kayda değer dizi konumunda. Ancak şiddete yeni pencere açmak yerine mevcut bakış açılarının izini sürmeyi tercih eden içeriğin istismara müsait hassasiyette olduğunu da belirtmekte fayda var.
Zira Vedat’ın kadını kemerle dövmesi, kafasını suya sokması, yatağa bağlayıp dudağına ruj sürmesi şeklindeki sapkınlıklarını vererek hem erkek şiddetinin temelindeki cinsellik gerçeğini ortaya koyan hem de ikinci bölümün şiddet eksiğini gidermeye çalışan yapım, Vedat’ın elli tonundan şiddeti çeşnilendirip yapıcı mesajlarını verirken kimi sapkınların iştahını kabartma tehlikesi de taşımakta! O nedenle şiddeti önlemeye yönelik mesajlara yoğunlaşıp bundan sonraki bölümlerde artık böylesi sahnelerin üstünde pek durulmasa iyi olur derim.
Dizideki kulak tırmalayan ve izleme keyfini bozan ‘şive’ sorununun acilen çözülmesi umuduyla… ‘Sen Anlat Karadeniz’ diyenlere ekran yolculuğunda bol şans.
Anibal GÜLEROĞLU